top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAynur Karabulut

ARAF'TA KALAN YAŞAMLAR... AV. UĞUR YILDIRIM

Güncelleme tarihi: 8 Eyl 2018

Mülteci sorunları üzerine; Mülteci Derneği Başkanı Sayın Av. Uğur Yıldırım ile Suriyeli sığınmacıların hakları üzerine bir söyleşi yaptık. Bu söyleşi sonrası doğru bildiğimiz birçok şeyin yanlış olduğunu da öğrenmiş olduk. Özellikle Suriyeli sığınmacıların gerçekte bir haklarının olmadığını, sadece hizmet aldığını öğrenince gerçekten şaşırdık. Bizler için aydınlatıcı ve şaşırtıcı bilgilerin olduğu röportajımızı okuyunca çok şaşıracağınızdan eminiz. Çünkü bazı şeyleri konuştukça, bazı şeyler anlamını yitiriyor ve anlamsızlaşıyor.



Mülteci Hakları Derneğinin yapmış olduğu çalışmalar hakkında bilgi alabilir miyiz?


Kuruluş amacımız; insani yardım ön planda olmakla beraber, bu yardımların dışında, mültecilerin sahip olamadığı bazı haklar ve hak temelli yaşadığı ciddi manada sıkıntıları gündeme taşımak. Mültecilerin bir yerden bir yere geçerken; karnını doyurması, sırtına giysi, üzerlerine çatı lazım doğru, ama bunların hepsinden önce sığındıkları ülkelerde ki hakları da önem arz ediyor. Bu hassasiyetle yaşam hakkı başta olmak kaydıyla, bütün haklarını elde etmek üzere, bu hakların sağlanması, oluşturulması, verilen hakların takibinin yapılması anlamında 2013 yılında bir oluşum kurduk. Bugün anayasa mahkemelerinde yapılan hak arayışları davalarının yarısından fazlasını ve yine göç idaresi davalarının belki yarısından fazlasını derneğimiz avukatları aracılığı ile yürüttüğümüzü söyleyebiliriz. Bu minvalde çok sayıda sivil toplum kuruluşu ile dirsek temasındayız. Bunlardan gelen bilgiler bir süzgeçten geçirildikten sonra, burada onların hak mücadelesine katkı verilmeye çalışılıyor. Raporlama birimimiz; bunlarla ilgili hak ihlali raporlarını raporluyor. Akademik kurulumuz; bu noktada akademik çalışmalar yapıyor ve bu alanda yetişmesi gereken nitelikli psikolog, sosyolog, hukukçu, bunların çalışması ile ilgili çalışmalar yaparak yoğun ve aktif bir şekilde çalışmalarımızı sürdürüyoruz.



Özellikle Suriyeli sığınmacıların ülkemizde ki resmi açıdan konumu nedir? Ne gibi haklardan yararlanıyorlar?


Mülteci statüsü, şartlı mülteci statüsü ve şartlı mülteci statüsüne girmeyen ikincil koruma dediğimiz şartlı statü gibi mültecilere tanınan haklar vardır. Ayrıca bu saydığımız korumaların dışında; afet, savaş ve diğer nedenlerle kendi ülkelerinin dışında, başka ülkeye toplu halde sığınıldığı; göç edildiği zaman, Bakanlar Kurulu Kararı ile alınan, Uluslararası Koruma Statüsü diye bir statü vardır. Suriyeliler savaş dolayısı ile toplu halde göç ettiklerinden dolayı, Bakanlık Kurulu kararı ile alınmış olan Uluslararası Koruma Statüsü kapsamında, üçüncü güvenli bir bölgeye geçene kadar koruma altına alınmışlardır. Resmi ve hukuki olarak kendilerine tanınan haklar yok, ama verilen hizmetler vardır. Bu insanlara verilmiş hizmetler arasında; Sağlık, eğitim, barınma ve çalışma gibi hizmetler yer alıyor.


Uluslararası Mülteci Statüsü Kanunları kapsamında; haklar veya hizmetler neye göre belirleniyor ve bu anlamda uyguladığımız kurallarımız var mı?


Bunlar yönetmenlik ve tebliğlerle belirleniyor. Mesela; Suriyeliler, şuanda eğitim ve sağlık hakkından faydalanıyor. Bunlar bir hizmet olarak verilebiliyor ama bunlar bir hak olarak tanınmıyor. Netice itibari ile, bir mülteci statüsünde de değiller. Bu hizmetler verilmediği takdirde bir hak olmadığı için, neden bu hizmeti alamıyoruz gibi söylemleri hukuki açıdan kabul görmez.



Bu hak veya hizmetlerin belirli bir süresi veya devamlılığı var mıdır?


Vatandaşlık sürecine giden yolda, Türkiye’ de 20 yıl boyunca Uluslararası Geçici Koruma Kanunu içerisinde kalsanız dahi, vatandaşlığa evrilen bir yolda olamıyorsunuz. Yani statü anlamında, mülteci statüsüne de sahip olamıyorsunuz. Bakanlar kurulu kararı ile bu karar alındığı gibi, Savaş bittiğinde, bu haklar, hizmetler kaldırılıyor, dendiği anda hukuki hiçbir hakkı ve geçerliği kalmıyor. Belirsiz, sonunun ne olacağını bilmedikleri bir düzlemdeler. Bakanlar Kurulu kararı ile gelen bu statü Bakanlar Kurulu kararı ile kaldırılabilir.


Resmi kayıtlara göre ülkemize göçmek zorunda kalan Suriyelilerin sayıları ile ilgili son durum nedir?


Resmi olarak 3 milyonun üzerine çıktılar. Yaklaşık 260 bin kişi kamplarda yaşam savaşı verirken geri kalanı Türkiye’nin her yerinde. Tabii bunlar resmi ( kayıt altına alınan) sayılar gayri resmi olarak bu rakamın daha yüksek olma imkan ve ihtimali her zaman vardır.



Türk iltica sistemine göre sığınma başvurusu nasıl yapılıyor?


Resmi bir formatı yok. Dini, dili, ırkı, siyasi mensubiyeti gibi etkenler göz önünde bulundurularak değerlendiriliyor. Bu etkenler yabancılar uluslararası kanununda da zaten sıralanmış. Haklı nedenlerle, kendi ülkesinden gittiği ülkede, ben iltica talep ediyorum demesiyle başvurusu alınmış oluyor. İltica dilekçesi alınarak ve bu nedenlerin haklılığı araştırılarak değerlendiriliyor. Bu değerlendirme; menşei ülke bilgisinden tutun da ekonomik durumuna, ki herkesin durumuna göre değişiklik gösterir. Mesela, Mısır bugün tek başına güvensiz bir ülke değildir ama bir İhvan mensubu için ve ya orada ki Adalet partisinin bir üst düzey yöneticisi için Mısır geri gönderme yasağına tabii riskli bir ülke konumundadır. Bu noktada o ülkeden gelen insanlar burada bu taleplerde bulunduklarında, bunların mutlaka dikkate alınması, ciddiye alınması ve bu noktada ilgili, bilgili, yetkili kişilerce mülakat yapılması, verdiği bilgi ve belgelerin mevcut olaylarla karşılaştırılması, bunlara göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Gerçekten yaygın şiddet olaylarının olduğu yerden gelen veya kişisel anlamda kendisinin iltica konusunda haklı sebepleri olanların değerlendirmesinin titizlikle yapılması önemlidir. Dinini değiştirdiği için İsviçre de yaşayıp kabul görmediğinden zulüm gören, siyasi olarak yıpratılan bir insan gelip iltica edebilir. Taleplerde bu gibi hayati tehlike arz durumlarında öncelik tanınır.



Kamplara yerleştirilen mülteciler, neden kampları terk edipte büyük şehirleri veya yaşaması güç olan yerleri tercih ediyorlar. Bunu ulusal boyutta elle aldığımızda neler söyleyeceksiniz?


Şuan kamplarda yapılan bir araştırmaya göre; kamplarda kalan kadınların, dışarda kalan kadınlardan çok daha fazla depresyonda olduğu belirlenmiş. Yine kamplara baktığınız zaman orada gözünü açan veya savaş travması ile orada bulunan insanlar, kafalarını çevirdikleri her yerde, Suriyelileri görerek, o savaşın etkilerini yaşamaya devam ediyorlar. Kamplarda ciddi bir boşalma olduğunu söylemek bence yanlış. Ben; Türkiye sınırları içerisinde ki resmi kampları ziyaret ettiğimde, Birleşmiş Miletler standartlarının üzerinde kamplar gördüm. Daha normal bir yaşam tercih etmek kamplarda yaşayan insanların gayet doğal ve insani hakkıdır. Çünkü mültecilik tercih değil, zorunluluk halidir. Bunların her biri benim gibi, sizin gibi insanlar. Kampta önünüze sıcak yemeğiniz konuluyor, siz bu sıcak yemeği tepip, kendiniz çalışıp, evinize ekmek getirmenin telaşı içerisindesiniz. Onurlu, gururlu ve işe yarayan bir birey olarak yaşamayı tercih ediyorsunuz. Bana göre kamplardan çıkanlar daha onurlu bir yaşam, yeni bir hayat kurmak için çıkıyorlardır. Kamp açık hava hapishanesine dönüşmüş bir toplama mecrasıdır. Çıkanların sayısının çok yüksek olduğunu düşünmemekle birlikte, çıkanlarda onurlu bir yaşam için çıkıyorlardır, buna saygı duyulması gerekmektedir. Bu tercihi de; insani ve teşvik edilesi bir hak olarak görüyorum. Netice itibari ile, devlete yük olmak noktasında, insanların kendi ayakları üzerinde durma çabaları bizim için daha ideal olanı diye düşünüyorum. Biran önce bu insanların istihdamı noktasında toparlanıp şartların normalleşmesi gerekmektedir.



Suriyeliler ile ilgili şahsi olarak sizin gözlemleriniz nelerdir? Savaş yakın zamanda biter mi? Savaş biterse geri dönüşler olur mu? Ve eğer bir önlem almazsak 10 yıl sonra bu insanlarla ilgili neler düşünebiliriz? Bizi neler bekliyor? Türkiye‘ nin Suriye politikasını değerlendirir misiniz ?


Suriye’ de savaş biterse, Suriyeliler ülkelerine döner mi? Bunu isteyenler çoğunlukta, hatta Avrupa ya gitmek istemeyenlerin çoğunluğu yakın duralım, savaş biterse dönebilelim düşüncesindedir. Ama şöyle bir gerçek var, Afganistan da savaş biteli 10 yıllar oldu yine Irak’ ta savaş biteli uzunca bir zaman oldu. Fakat hala oradaki iç karışıklıklar, kaos, belirsiz iktidar, terör olayları, maalesef göçe zorluyor. Bu noktada Suriye de savaş bitmiş olsa bile, kurulu dünya düzenine baktığımız zaman, şunu söylemek mümkün. Suriye o kadar çabuk istikrarı sağlayamayacak. Zaten geriye döndüklerinde evlerini, şehirlerini, kasabalarını bulamayacaklar. Bu yüzden de önümüzde ki on yıllar boyunca, hatta biz buraya gelen 3 milyon Suriyelinin % 80 ni ile bundan sonra ki hayatımızda hep beraber yaşayacağımızı bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. O yüzden şunu söylüyorum. İsteseniz de istemeseniz de, sevseniz de sevmeseniz de, bu gerçeklikle beraber yaşayacağız. Bunu bir kenara koyalım ve buna göre kararlarımızı, fikirlerimizi düşüncelerimizi oluşturalım. Eğer biz uyum ve entegrasyon dediğimiz toplumların bir arada yaşaması ve kaynaşması anlamında, üzerimize düşen yükümlükleri yerine getiremezsek, devlet birey, toplum olarak o zaman ayrımcılığa maruz kalmış, ötekileştirilmiş, kaçak çalıştırılırken emeği sömürülmüş, okuyamadığı için cahil kalmış bu insanların her birinin, 10 yıl sonra gettolaşmış ( kamplarda bugün bir gettodur ve ya büyük şehirlerin belli mahallelerine sıkışıp kalmış insanlarda gettolaşırlar. )

O iletişimi sağlayamadığımız zaman biriken öfke ve kendini ifade edememe durumu maalesef çok daha ciddi ve büyük güvenlik sorununu beraberinde getirecektir. Yani 10 yaşında bir Suriyeli çocuk, annesi gözleri önünde parçalanmış, savaş travmasını yaşamış, Türkiye de bir okula gidemeyen, bacağı kopuk olan veya gözü görmeyen, kardeşine evde bakmak zorunda kalan ve çok küçük yaştan itibaren çıraklık yaparak çalıştığı yerde, kendini ifade edemeyen, sürekli fırça yiyen, çok düşük maaşa, çok ağır işlerde çalıştırılan bir çocuk olarak bundan 10 yıl sonra hala okuyamamışsa, bu koşulardan kurtulamadıysa 20 yaşına gelmiş, artık belli bir öfkeyi içinde biriktiren biri olarak karşımıza çıkmaması için hiçbir neden yok. Bu arada biz; dersek ki, biz Ensar olarak çok şeyler yaptık Suriyelilere her şeyi verdik, niye bunlar böyle yapıyor diye anlamsız bir beklentinin içine girdiğimiz zaman, hep beraber toplumsal bir çöküntü yaşarız.

Şu tespiti iyi yapmak lazım. 20, 30, 40 yaşlarında Türkiye ye gelmiş bir insan, Türkiye’nin yaptığı fedakarlığı, bu kadar insanı barındırmanın verdiği sıkıntı karşısında minnet duyabilir. Vefa gösterebilir. Tehlike olarak görmemiz gereken kuşak ; 10 yaşında, 6 yaşında, 7 yaşında daha gözünü Suriye’de doğru düzgün açmamış, zaten savaşla beraber yoğrulmuş o travmayı üzerine almış, o savaştan sonra direk Türkiye’ye gelmiş ve adeta Türkiye’de o gençliği, ergenliği şekillenmiş çocuklar. Dışlanmışlığı, ötekileşmeyi, ayrımcılığı yaşamış çocuklar. Onlar bizim için tehlike olacaktır. Bu anlamda devletin çok ciddi istihdam politikaları ile onları biran evvel hayata kazandırması, eğitim çağında ki tüm çocukların eğitim almasını sağlayarak kayıp bir neslin önüne geçmesi gerekmektedir. Bireysel olarak; bizlerin artık yardım yapıyorum şeklinde değil de, çayımızı şekerimizi alıp, o Suriyelinin evine gitmek, onu evimizde ağırlamak, o komşuluğu yaşamak ve yaşatmak zorunluluğumuz var. İlerisi için bu her bireyin görevidir.



Suriyeli mültecilerin ülkemizde ne gibi hakları var ve bu haklar gerçekten uygulanıyor mu? Kaymakamlıklarda, hastanelerde bütün resmi veya özel sektörlerde onlarla ilgili bir işlem, özellikle resmi prosedürlere gerek duyulduğu zaman, maalesef ciddi manada engel teşkil eden sorunlarla karşılaşıyoruz. Bu prosedürleri aşamadığımız için birçok kanser hastamızı tedavi ettiremiyoruz. İlaçlarını alamıyoruz. Para ile almak zorunda kalıyoruz. Bu problemleri nasıl aşabiliriz?


Bu insanlara verilmiş bazı hak gibi görünen hizmetler var. Sağlık, eğitim, çalışma anlamında. Fakat ne yazık ki; devletin bu şekilde yetişmiş bir kadrosu yok. Zaten gelen bir kişinin kendi hakkı ile ilgili bir bilgisi, fikri veya bu hakkı savunabileceği bir argümanı yok . Avrupa da ki örneklerine baktığımız zaman telefonla bazı bilgiler verirsiniz ve onlar uygulanır. Türkiye de ise, sizin o kişinin hakkını olduğunu söylemeniz veya hak aramanızın bir karşılığı yoktur. Hastanede bir hastaya bakılmadıysa sizin bir avukat olarak tabiri caizse o hastaneye gidip bir çıngar çıkartmanız gerekir. O hakkı anlattığınız zaman bile o personel bir şey anlamaz. O vakayı çözdükten sonra o hastanede ki personel artık o vaka ve benzeri durumlarda iş nasıl çözülür öğrenmiş oluyorlar. Bununla ilgili yaşadığımız bir örnek var; Sabiha Gökçen Havalimanında iltica talep eden biri var biz takip ediyoruz. Birçok uğraş sonrası bir türlü iltica talebi aldıramıyoruz. En son geldiğimiz nokta ise traji komik cinsten.

Tartışıp çıngar çıkardıktan sonra bize söylenen şuydu. “Avukat bey, tamam biz iltica talebi alalım ama biz bugüne kadar hiç iltica talebi almadık, bunu nasıl yapacağız, bize bir yol yordam gösterin .” İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Memur zihniyeti o konuyu bilmiyorsa onu ret etmeyi, onunla ilgili bir prosedür yapması onun işini zorlaştıracaksa onu kapıdan göndermesi veya başka bir yere yönlendirmesi çok daha kolay geliyor. Biz Türkiye halkı olarak zaten sağa sola göndermeyi, yapılacak bir işi yönlendirme noktasında bir pratiğimiz vardır. Düşünün ki derdini anlatamayan, dil bilmeyen bir Suriye’linin derdini iş ve yol bilmeyen bir personele anlatsın. Bu noktada ciddi eksiklerimiz var. Emniyet müdürlüğü ikamet veriyor, yabancılar şube müdürlüğü ilçe emniyet müdürlüğüne gittiğimiz zaman Arapça bilmeyen polis memurlarının birçok konuda ki çok basit halledebileceği bir konuda bile, ki sadece dil bilme ile halledebileceği işlerde dahi çok cebelleştiğini görüyoruz. Hastanede çok hakkı olmasına rağmen, derdini anlatamıyor ki bırakın hakkını istesin. Derdini anlatamadıktan, nerenizin ağrıdığını anlatamadıktan sonra, tedavi hakkınız olsa ne olur, olmazsa ne olur. Yapılanları az görmüyorum bunun altını çizelim yapılan çok büyük hizmetler var. Gerçekten dağları denizleri aşmış durumdayız ama bu ince detaylara takılmamız yapılan işin zahmetini, büyüklüğünü siliyor ve maalesef çok kolay olan sorunlar bile çok ciddi prosedürsel sorun olarak karşımıza çıkıyor.


Gönüllü geri dönüşüm nedir?


Savaş dolayısı ile ülkelerinden göç etmek zorunda kalan mültecilerin, ülkelerinde güvenliği sağlanmış bir bölgeye gönüllü olarak gitmek istemesidir. Ben geri dönüşün sayısı ile ilgilenmiyorum. Suriye sorunu çözüldüğü zaman biz hem Suriye hem diğer tüm Arap ülkeleri ile ciddi bağlar kurmuş olacağız. Şuanda ciddi bir Arap kültürü ediniyoruz. Suriye’ liler dünyanın dört tarafına Türkiye üzerinden geçiş sağlıyorlar. Türkiye hakkında az da olsa bir bilgi sahibi olarak göçüyorlar buradan ve gittikleri dünya ülkelerinde bunu duyuruyorlar. Bir dünya devleti olma konusunda değerlendirebilirsek aslında Suriye çok ciddi bir fırsat.



Gerçek anlamda bir kabul merkezi var mıdır? Yurtdışında bu şekilde gelen mültecilerin işlerini kolaylaştıran kabul merkezleri var. Biz Türkiye’ de karşılaşmadık ama var mı?


Türkiye’ de maalesef geri gönderme merkezleri var. Yeni göç idaresinin kurulması ile beraber sayılar ciddi manada arttı. İstanbul Kumkapı bir insanlık utancıydı. Çok şükür bir yangın kapanmasına vesile oldu. Şu anda Silivri ve çatalca taraflarında geri gönderme merkezleri var. Şehre çok uzak, işlem yapmak noktasında çok sıkıntılı ama netice itibari ile fiziki koşulları açısından eskisine nazaran daha iyi. Geri gönderme merkezleri, evet dediğiniz gibi işleri kolaylaştırmak için kuruldu. Kanuna baktığınızda misafirhane statüsünde, ama bizim basın açıklamamızda yer aldığı üzere, maalesef cezaevi şartlarından daha kötü şartlarla yönetiliyor. Avukatın giremediği, akrabalarının, eşinin, çocuklarının görüşemediği, süt çağındaki bebeklerin emzirilmekte zorlanıldığı, aynı insanlara terörist yaftasının çok rahatlıkla vurulduğu ve bu yaftanın kolay kolay çıkartılamadığı bir sistemden bahsediyoruz. Türkiye’ de geri gönderme merkezleri, yabancılar için oluşturulmuş cezaevleri statüsündedir dememiz haksızlık olmayacaktır.




Uluslararası Göç Örgütü nedir? Neler yapıyor


Türkiye’ de, mülteci statüsü alamayacak olan Özbekler, Tacikler, Kırgızlar, Afganlar, Mısırlar gibi göçmenler; BMMYK (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ) üzerinden üçüncü Güvenli ülkelere gitmek üzere, Kanada, Amerika gibi Avrupa ülkelerine talepte bulunuyorlar ve o talepleri değerlendirilerek Avrupa’ ya gönderiliyorlar. Bu noktada BMMYK’ nın bir karşılığı var, onun haricinde de Türkiye’de bazı yardım eğitim ve çalışmalarda BMMYK’ nın etkisi bulunuyor. Tabii yeterli değil. Ülkeler bu kontenjanlarını açmadıkları sürece BMMYK, bize yüklenmeyin bizim elimizde olan bir durum değil diyebiliyor. Aslında BMMYK bir aracı kurumdur. Örneğin İsviçre 1000 tane adam alacağım diyorsa, bu İsveç’ in ayıbı. BMMYK sadece 1000 tane alabilir. Seçici davranıyorsunuz, makbul mülteci alıyorsunuz, makbul olmayanı bırakıyorsunuz dediğimizde ise; ülke onu talep ettiği için, en azından onu kurtarmış oluyoruz diyorlar. Bu anlamda Birleşmiş Milletler olsun BMMYK olsun ülke siyasetleri karşısında maalesef pasif kalıyor.



Türkiye’ de mülteciler arasında ki statü farkı neden ortaya çıkıyor? Mesela Özbekler çok büyük sorun yaşıyor. Suriyelilerin bir takım hakları var ama Özbeklerin Suriyelilere göre hiçbir hakları yok. Hak dağılımları arasında ki farklar neden yaşanıyor?


Bu statü farkı; Uluslararası Geçici Koruma Statüsünde olan Suriyeliler ve gidici olarak görülen, ülkemizde ARAFTA kalan bir hayat süren, şartlı mülteci dediğimiz, gitmesi gerektiği halde bir türlü gidemeyip hiçbir hakları olmayan mültecilere tanınan hak farklılıklarından kaynaklanıyor.

Şöyle açıklayalım. Şartlı mülteciler için Göç İdaresi uydu bir kent belirliyor. Mesela sen git Uşakta bekle diyor. Ama Uşakta çalışabilir mi? Okuyabilir mi? Yaşayabilir mi? Hastaneye gidebilir mi? vs gibi değerlendirmeler yapılmıyor. Bu sorunlardan dolayı bazıları kayıt dışı kalmayı tercih edip, Uşağa gitmektense İstanbul’da kalmış oluyor. Herhangi bir şekilde ikametgahını yenilemiyor, resmi herhangi bir hakkı bulunmadan yaşamaya çalışıyor. Kaçak çalışıyor, hastalanırsa özel hastaneye gitmesi gerekiyor. Okul deseniz zaten okumuyor. Özbek, Tacik, Kırgız hepsinin söylediği tek şey; bize en azından Suriyeliler kadar hak verin. Onların maalesef Suriyeliler kadar bile hakkı yok. Ve gelecekleri de belirsiz. 10 veya 15 yıl burada kalıp bir hayat kuruyorlar ki birden bire Kanada seni kabul etti, Kanada’ ya gitmek zorundasın denilebilir. Aslında mülteci coğrafi kısıtlamanın kalkıp, bu noktada ciddi bir yapılanmaya gidilmesi gerekiyor. Burada belli bir zaman, belli bir dönem, genel istihdam anlamında Türkiye’ye katkı sağlayabilen, kendi ayakları üzerinde durabilen, burayla uyum entegrasyon içinde olabilmiş herkesin, başta mülteci statüsü ve diğer statüler Avrupa’ da olduğu gibi 5 yıl – 7 yıl veya 10 yıl sonra fark etmez, tünelin ucunda ışığı görebilmesi gerekiyor. Ben 10 yılımı Türkiye’ye verdim, burada zor zamanlar geçirdim, ama ayakta durdum ve artık bende Türk vatandaşı olabilirim diyebileceği bir hukuki statünün getirilmesi lazım. Bu haliyle Çeçenler, Afganlar, Özbekler her birinin ayrı ayrı dertleri var. Her birinin birbirinden farklı sıkıntıları var.



Sıkıntının temeli nereye dayanıyor ve bir çözümü var mıdır?


Aslında Avrupa mülteci haklarına baktığınızda, konuyu her yönü ile bir bütün olarak ele alırken, Türkiye’de; bunun ne kadar ‘ insani yardım ’ olduğunu tartışmak lazım. Üç dil bilmesinin hiçbir karşılığı yok veya Fransızca öğretmeni un taşıyabiliyor. Menfaatlerin birleşmesi noktasında uzmanların sömürüldüğünü biliyoruz. Haklar boyutu ile baktığımızda yanlış konuşuruz, çünkü Cenevre sözleşmesi gereği; Cenevre de sınır koyan dört ülkeden biri Türkiye. Buna dayalı olarak Iraklı, Afganlı, Özbekistanlı biri maalesef mülteci konumuna girmiyor 3. Güvenli bir ülkeye gidene kadar bizde şartlı mülteci konumunda kalıyorlar. Yani bir Afganlı, Iraklı, Bangladeşli veya bir Suriyeli Türkiye’ ye geldiği zaman 3. güvenli bir ülkeye başvurmak için BMMYK ( Birleşmiş Miletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ) ya başvuruda bulunuyor. Bu talebi değerlendirilip kabul görene kadar Türkiye de geçici mülteci konumunda kalmış oluyor. Bu geçicilik ne kadar sürüyor derseniz Afganlar son 10 yılda BMMYK tarafından hiçbir ülkeye gönderilmedi . Aslında geçicilikte yok, bir hayat orada asılı kalıyor. Hiçbir haktan yararlanmadan yaşamaya çalışıyorlar. Biz kısacası bunlara ARAFTAKİLER diyoruz. Hukuki anlamda olayı değerlendirecek olursak; Suriyeliler için uluslararası koruma prosedürü işletiliyor. Teknik olarak mülteci değiller. Diğer şartlı mülteciler gidici gözle bakıldığı için hiçbir hakkı yok, Suriyeliler kadar bile olsa hiçbir hizmetten faydalanmıyorlar. Bunun çözümü uluslararası siyasi meselelere dayanıyor.



Son olarak neler eklemek istersiniz?


İnsani yardım anlamında bakarsak üç milyon Suriyelinin % 8’ i kamplarda yaşıyor. Yedinci yılına varan bir savaştan ve açık hava hapishaneleri anlamına gelen kampları bir kenara bıraksak bile, dışarda kalan Suriye’linin ne kadarı resmi olarak çalışıp okuyabiliyor, kendi mesleğini yapabiliyor. Bunların her biri ayrı bir sorun. Eğitim anlamında 5 - 18 yaşları arası 960 binden fazla Suriyeli çocuktan, sadece 440 bini okuyor. 500 bin çocuk maalesef okuyamıyor. Düşünebiliyor musunuz? 500 binden oluşan kayıp bir nesilden bahsediyoruz. Devlet Sağlık alanında ciddi destek veriyor ama prosedürleri aşamıyoruz. Bir araştırma hastanesinde Arapça bilip yardımcı olacak biri yok. Özellikle eğitim ve kazanma noktasında ciddi önlemler alıp, çalışmalar yapmalıyız.

Mültecilik bir tercih değil. Bizim için bir insan, bir dünya demek. Bir insanı kurtarmak bir dünyayı kurtarmaktır. İnancımızın, insanlığımızın gereği mültecilere sahip çıkmak zorundayız. Her birinin hayatına dokunmamız gerekiyor. Uyum ve entegrasyon içerisinde yaşamak adına onlarla vakit geçirmemiz lazım. Sevsek te sevmesek te, istesek te istemesek te uzun yıllar onlarla beraber yaşayacağız. Bu beraberliğimizi güzel geçirmek bizim elimizde. Hem devlet, hem millet olarak onlara değer verelim. Eğer onları değer olarak görürsek onların bize katacağı çok şey var. Eğer yük olarak görürsek sırtımızda yük olarak taşımaya devam edeceğiz. O yüzden biz onları değerli görelim ve beraber yürüyelim inşaallah…


RÖPORTAJ / AYNUR KARABULUT

İSTANBUL ENSARLARI DERGİSİ OCAK 2018

19 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page