top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAynur Karabulut

ANADOLU DEMEK MAZLUMLARA UZANAN YARDIM ELİ DEMEKTİR... ADEM ÖZKÖSE

Güncelleme tarihi: 1 Nis 2018

Gazeteci-Yazar Adem ÖZKÖSE ile İslam Coğrafyası ve Türkiye gündemi üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Arakan’dan Suriye’ye, AK partiden, STK ve cemaatlere kadar birçok konuyu değerlendirdiğimiz söyleşide; ÖZKÖSE, özellikle ADALET konusunun önemine dikkat çekti. AK partinin yeri geldiğinde uyarılması gerektiğini belirtti.




-Yakın zamanda Arakanlılarla birlikteydiniz. Arakan’daki son durum nedir?


Arakanlı Müslümanlar yeryüzünün en mazlum halkıdır. Dünyada 90’a yakın ülke gezdim. Fakat Arakanlılar gibisine rastlamadım. Yaşadıkları kampları görseniz, burada hayvan bile yaşamaz dersiniz. Tıpkı Hitler’in toplama kampları gibi. Sadece Arakanlı kadınlar değil; erkekler bile tecavüze uğramış. Arakan’da sistematik bir şekilde uygulanan ve Rohingyaların nüfusunu sona erdirmeyi hedefleyen vahşi bir soykırım yaşanıyor. Aslında Myanmar yönetimi Arakan’ı Müslümanlardan temizleme hedefine de bir hayli yaklaşmış durumda.

-Nasıl?

Yetmişli yıllarda Arakan’da 4 milyona yakın Müslüman varken bugün bu nüfus 300 bine kadar düştü. Bu da şu anlama geliyor. Yüzyıllardır bir İslam beldesi olan Arakan eğer böyle giderse Müslümanlardan arındırılmış bir toprak parçasına dönüşmüş olacak.


-Arakan sorunu niçin çözülemiyor?


Arakan sorunu Myanmar yönetiminin 1982 yılında Rohingya Müslümanlarının elinden vatandaşlık haklarını almasıyla zirve yaptı. İnsanlar yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda bir anda yabancı konumuna düştüler. Myanmar’ın 1948’de kurulan federal bir devlet olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, 1948’den yüzyıllar önce bölgeye gelip yerleşmiş olan Rohingyaları yabancı ilan etmek hem akla hem de uluslararası hukuka aykırıdır. Fakat dünyanın Rohingya Müslümanlarına sahip çıkmaması Myanmar yönetiminin akıl ve hukuku hiçe saymasına neden oluyor. Ayrıca Arakan’daki sorunun çözülmesinin önündeki en büyük engel Myanmar Ordusudur. Myanmar’da son yıllarda sivil yönetime geçişe dair adımlar atılsa da Çin destekli Maocu ordu yönetimi bırakmama noktasında ayak diretiyor. Ordu ayrıca Myanmar’ın derin devleti sayılıyor ve Arakan’daki katliamların bir çoğunu organize ediyor. Arakan sorunu ancak Rohingyalara vatandaşlık haklarının geri verilmesiyle çözülebilir. Bunun dışında bir çıkış yolu gözükmüyor. Fakat Myanmar yönetimi bu çözüme de yanaşmıyor.


-Tıpkı Filistin’deki gibi Arakan’da da bir direniş var mı? Arakan direnişinin tarihinden bahseder misiniz?


Arakan’daki ilk etkili direniş hareketi 1942 yılında kurulan Cemiyeti Ulema Hareketi’dir. Hindistan’daki Hilafet Kongresi ile de irtibatlı olan bu hareket halkı topraklarını, canlarını ve namuslarını korumak için silahlı direnişe çağırmış ve üst üste fetvalar yayınlamıştır. Arakanlı âlimlerin, şehir ve köylerdeki imamların önderlik ettiği Cemiyeti Ulema özellikle Kuzey Arakan’da bir çok bölgeyi kurtararak Budist fanatiklerin katliamlarına karşı Müslümanları koruma altına almıştır. Temeli âlimler tarafından atılan Arakan direnişi daha sonra Mücahidiyn Hareketi, Rohingya Bağımsızlık Gücü, Rohingya Vatansever Cephesi ve Dr. Muhammed Yunus’un liderliğini yaptığı Rohingya Dayanışma Örgütü’ne dönüşerek bugünlere geldi. Daha çok diasporadaki Rohingyalar tarafından yönetilen Arakan direnişi, küresel bir direniş örgütü olmayı reddetti. Başından beri İslami, insani ve hukuki sınırları çiğnemeden halk direnişi olma özelliğini korumaya çalışmaktadır. Yetmişli yıllarda Bangladeş yönetiminin de el altından verdiği destekle oldukça etkili eylemler yapan Arakanlı direnişçiler, Myanmar ve Hindistan devletlerinin Bangladeş’e yönelik baskıları sonucu bu desteği ve eski güçlerini kaybetmişlerdir. Şu an Yakin hareketi gibi dönem dönem silahlı eylemler yapan hareketler olsa da direniş siyasi güce etki yapacak bir durumda değildir.


-AK Parti hükümeti Suriye konusunda çok eleştiriliyor. Türkiye Suriye konusunda gerçekten yanlış mı yaptı?


Türkiye her geçen gün daha fazla algıların gerçeklerin önüne geçtiği bir ülke olmaya doğru gidiyor. Suriye olayları başladığında gerçekten neler olduğu unutturulup Türkiye Suriye’de yaşanan dramın sorumlusuymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Başta CHP olmak üzere muhalifler Suriye’nin faturasını Erdoğan’a kesmeye çalışırken AK Parti içindeki ilkesiz, geçimini de tetikçilik veya trolluk yaparak sağlayan bir kesim de tüm suçu Davutoğlu’na yıkmak için uğraşıyor. Bu tamamen bir algı çalışmasıdır… Olaylara algılar üzerinden değil; olgular üzerinden bakarsak Erdoğan veya Davutoğlu Suriye’deki sorunun barışçıl yollarla çözülmesi için ellerinden geleni yaptılar. Erdoğan Esed’e olayların sona ermesi için barışçıl bir yol izlerse seçim çalışmalarında bizzat Suriye’ye gelip kendisine destek vereceğini söylemişti. Ahmet Davutoğlu da olayların büyümemesi, kan akmaması için neredeyse her hafta Şam’a geliyordu. Fakat Esed rejimi ne Erdoğan’ı ne de Davutoğlu’nu dinledi. Gösterilen iyi niyet ve çabayı suiistimal etmeye kalktı. Esed barıştan, özgürlükten yana değil; katliamdan yana bir seçim yapınca Türkiye de seçimini zalimlerden yana değil; mazlumlardan yana yaptı. Suriye konusunda Erdoğan ve Davutoğlu’nu eleştirenler bence katliamın asıl sorumlularını saklamaya çalışıyorlar. Türkiye en azından Suriye’de akan kana elini bulaştırmadı. Her ne olursa olsun mazlumların yanında durdu.


-Bugünden baktığınızda AK Parti hükümetinin getiri ve götürülerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle de inançlı kesimler için…


AK Parti bu topraklarda yaşayan inançlı kesimlere herşeyden önce bir özgüven kazandırdı. Bunda Tayyip Erdoğan’ın kararlı duruş ve vizyonunun büyük etkisi var. Geçmişte daha çok reaksiyoner olan Müslümanlar AK Parti hükümeti ile birlikte bu konumlarını terk ettiler. İnançlı kesimler artık Türkiye’de kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak hissetmiyorlar. Farklı kesimlerle eşitlenildi. Bunun gibi bir çok getiri sayabilirim. Örneğin başörtüsü yasağının sona ermesi, imam hatiplerin önünün açılması gibi… Bunlar getiriler… Tıpkı getiriler gibi götürüler de var. Sadece getirilere odaklanıp götürüleri fark etmezsek önümüzdeki çukurları, tehlikeleri göremeyiz.


-Nedir o götürüler?

İnançlı kesimler doksanlardaki gibi umut olma özelliklerini büyük ölçüde kaybettiler. İnançlı bir adam demek toplum için artık adil, güvenilir, hakperest kimse demek değil. Veya inançlı kadroların ellerinde olan bir belediyede rüşvet alınmaz, yolsuzluk yapılmaz diye bir şey yok. Anadolu’da “bizim en büyük sermayemiz helal lokmamızdır” diye bir söz vardır. İslami çevrelerin de geçmişte en büyük sermayeleri eminlik vasıflarıydı. Eminlik vasfının kaybedilmesi uzun vadede çok büyük tahribatlara yol açacak. Eminlik vasfı hemen kazanılmadı. Bir emeğin, çabanın, duruşun ürünüydü. Fakat ne yazık ki kısa zamanda kaybedildi.


- Cemaatlerin, İslami STK’ların durumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? AK Parti ile bu denli kol kola olmaları doğru mu?


Cemaatler, vakıflar, STK’lar üretim, siyaset ise daha çok tüketim yeridir. İnsanlar sivil alanlarda ürettiklerini siyasette tüketirler. Cemaat ve vakıflar bu yönleriyle besleyici yerlerdir. İnsan bir davaya inanmayı, inandığı dava için mücadele etmeyi cemaat, vakıf, STK gibi yerlerde öğrenir. Bundan dolayı bu tür sivil alanlar bir toplum için olmazsa olmazdır. Ben cemaat ve vakıfları genel olarak önemsiyorum. Fakat cemaat ve vakıfların özellikle son yıllarda siyasetten emir alan birer memura dönüşmeleri tam bir fecaat oldu. Dikkat ederseniz cemaat ve vakıflar yavaş yavaş üretim yeri olma özelliklerini kaybediyorlar. Özgünlük ve adanmışlıktan uzaklaşıp görüntüye, binaya, siyasetçilerden “aferin” almaya önem veriyorlar. Çünkü kendilerine ait sözleri yok. Öte yandan AK Parti 15 yılı aşkın bir süredir bu ülkede siyaset yapan bir parti. Siyaset hata ve sevaplarıyla varolan, doğru yaptığı kadar yanlışlar da yapabilen bir zemine sahiptir. Cemaatler siyasetin hiçbir yanlışına ses çıkarmadıkları gibi, bir şeye ses çıkarmak için de mutlaka siyasetten onay bekliyorlar. Tabi ilkeli, doğruya doğru yanlışa yanlış diyebilme cesaretinde olan çevreleri istisna olarak görüyor ve onları takdir ediyorum. Müslümanlar her ne olursa olsun hayra motor, şerre fren olma vasıflarını yitirmemeliler.


- Özellikle hak ve adalet konusunu sık sık gündeme getiriyorsunuz. Bunun özel bir sebebi var mı?


Bir devletin gerçek bir İslam devleti sayılması için 3 temel saç ayağına ihtiyacı vardır. Bunlar Tevhid, adalet ve meşveret, yani istişaredir. Aynı kural aslında İslami hareketler için de geçerlidir. Bugün İslami hareket, cemaat veya vakıfların yaşadıkları sorunların bir çoğunun temelinde de Tevhid, adalet ve istişareye yeterince önem verilmemesi yatıyor. Adalet aslında Tevhidin ictimaileşmesi, toplumsal alanda uygulanmasıdır. Siz eğer Tevhid mücadelesi veriyorsanız aynı zamanda adalet mücadelesi de vermek zorundasınız. Bunların ikisi asla birbirinden ayrılmaz. Fakat biz Tevhidi sadece tesbih çekmeye hapsetmişiz. Oysa Tevhid toplumsal alana çıkmalıdır. Bu da ancak adaletle olur. Adalet bir Müslüman’ın varoşsal alanlarından da biridir. Yaratılış gayemiz olan emaneti taşıma sorumluğumuzu da ancak yeryüzünde adaleti hâkim kılarak sağlayabiliriz. Bugün AK partiye yapılacak iyiliklerden biri de adil olması gerektiğini hatırlatmaktır. İslamı anlamada itidali, insani ilişkilerde emin olmayı, grup içi faaliyetlerde istişareyi, sosyal alanda ise adaleti vazgeçilmez görmek zorundayız.


Suriyeli mahpus kadınların özgürlüğüne kavuşması için yine kadınlar tarafından bir vicdan konvoyu düzenlendi. Suriye zindanlarında kalmış biri olarak konvoy hakkında neler söyleyeceksiniz? Ayrıca İstanbul Ensarları türü sivil yardım hareketlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Vicdan Konvoyu son zamanlarda düzenlenen en güzel, en anlamlı eylemlerden biriydi. Böyle bir eylemin kadınlar tarafından düzenlenmesi herşeyi çok daha da anlamlı kıldı. Katkısı olan herkesten Allah razı olsun. Anadolu’nun kadınları dünya kadınlarına öncülük yaparak mazlumların sesini bir çığlığa çevirdiler.

İnşallah bu çığlık Esed’in zindanlarındaki kadın kardeşlerimizin kurtuluşu için ihtiyaç duyulan vesilelerden birine dönüşür. Esed’in yeraltındaki zindanlarında kalırken ben de 3 Suriyeli kadın görmüştüm. Durumları gerçekten çok kötüydü. Vicdan Konvoyu gibi organizasyonlar, eylemler son derece önemli. Hiçbir şey yapamıyorsak en azından mazlumların sesi, çığlığı olmalıyız.

İstanbul Ensarları’na gelince… İstanbul Ensarları’nı yakından takip etmeye çalışıyorum. İstanbul Ensarları bu toprakların gerçek ruhudur. Çünkü Anadolu demek mazlumlara uzanan yardım eli demektir. İstanbul Ensarları bu ruhu tekrar diriltmek ve halka yaymak için çabalıyorlar. Sivil insanların kendi aralarında organize olup mazlumlar için harekete geçmeleri kadar güzel bir şey olabilir mi? İnşallah bu tür çabalar daha da çoğalır… Çünkü bize yakışan mazluma ENSAR olmaktır.










RÖPORTAJ / AYNUR KARABULUT

İSTANBUL ENSARLARI DERGİSİ NİSAN 2018

100 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page