top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAynur Karabulut

ALİ ACAR SEÇİLEN BİR KURBAN MI, İTİBARI İADE EDİLMESİ GEREKEN BİR MAĞDUR MU?

BU SORULARI KİM CEVAPLAYACAK? YARGI MI, İNSAFLARINA BIRAKILAN MUKTEDİRLER Mİ?

Peygamber efendimizin, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." Hz. Ali’nin ise, “Haksızlık önünde eğilmeyiniz, çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz” derken şerefli bir insanın takınması gereken tavrı net bir şekilde tarif ediyor. Dinimiz Hak ve hukukun gözetilmesinin önemine azami dikkat edilmeli derken Müslüman bir ülkede yaşanılan bu hukuk zulmüne kim dur diyecek?

Hikayesini dinlerken hayretler içinde kaldığım, anlam veremediğim, üzülüp gerçekten kalbimin acıdığını hissettiğim, çözümleyip derlerken çok zorlandığım Ali Acar ile 20 yılı içerde 3 yılı dışarda 23 yıl boyunca yaşadığı zulmü, hukuksuzluğu ve haksızlığı detaylıca konuştuk. Mümkün olduğunca karmakarışık, anlamsız, mantıksız bu süreci en anlaşılır haliyle yayınlamaya çalıştım. Kendimce karınca misali su taşıyorum tarafım belli olsun niyetine vesselam.

Ali ACAR kimdir?

1968 Ankara doğumluyum. Aslen Çankırılıyım. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi İstanbul’da tamamladım. 1984-1985 yıllarında Kadıköy Ticaret Lisesinden mezun olduktan sonra iktisat fakültesini bitirerek iş hayatına atıldım. Muhasebeci olarak farklı yerlerde çalıştım. En son 1999 yılında cezaevine girmeden önce bir holdingde bütçe planlama sorumlusu olarak çalışıyordum. İyi bir kariyerim vardı. Aslında hayatımın hiçbir bölümünde atfettikleri gibi terörist, militan tanımına uyan bir özgeçmişim olmadı. Bu arada mezun olduğum lisemin adını özellikle söyledim çünkü anlatacağım yargılanma sürecimle ilgili bir detay barındırıyor.

Ali bey sizi 20 yıl içeride tutacak ve çıktıktan sonra tekrar içeri gönderecek kadar ne yapmış olabilirsiniz? Nasıl bir suç işlediniz veya gerçekten işlediniz mi? merak ediyorum doğrusu.

İbda fikriyatı, büyük doğu, Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu’nu okuyordum ve takipçisiydim. 1997 yılında hasbelkader İBDA fikriyatına yakın olan Akıncı Yol dergisinin yazı işleri müdürü oldum. Hem çalışıyordum hem de o dergiye gönüllü olarak katkı sunuyordum. İktisas üzerine yazdığım yazılarımda yayımlanıyordu.

Dergiye destek vermeye 1 Ocak 1997 yılında başlamıştım. 1,5 ay sonra 28 Şubat darbesi oldu. Biranda darbeye karşı duruş sergileyen manşetler atıp, o çizgide tarafını belli eden bir derginin yazı işleri müdürü olmuştum. Karşı tarafa göre potansiyel suçluydum. Benim hala yeniden yargılanıp 146/1 Ağırlaştırılmış Müebbet hapis cezası yani Anayasal düzeni silahla yıkmaya tam teşebbüse ceza istemine maruz kalıyor olmamın arka planında işte bu konumun önemli bir yeri var.

Nihayetinde orada darbeye karşı bir duruş sergileyen bir tavrınız var ve bunu manşetten veriyorsunuz. Rüzgar ters konjonktürden çok sert esiyordu. Post modern 28 Şubat darbesi farklı bir darbeydi. Bir 12 Eylül gibi değildi farklı yöntemlerle gerçekleşti. 1997,1998,1999 yılları darbeye karşı bir direnç çizgisi vardı. Bende ideolojik fikri bir yapı içerisinde karşı tarafın işine gelmeyen bu çizgide duruyordum.

Peki ilk kez ne zaman darbeci zihniyetin kadrajına girdiniz?

Başörtüsü üzerinden çok büyük bir zulüm yaşanıyordu. Ülkenin dört bir tarafından eylemler gerçekleşiyor ve bu zulüm bitsin isteniyordu. Bende bu mitinglere basın kartım ve fotoğraf makinamla katılıp takip ediyor, destekliyor ve dergide darbeye karşı duruş sergileyerek yayımlıyordum. Devlet Güvenlik mahkemelerinde (DGM) görülen davaları Akıncı Yol Dergisi adına hem de resmi basın kartımla ben takip ediyordum. Aynı şekilde eylemleri de yakından takipteydim. Fotoğraflıyordum. 1998 sonu 1999 başında keyfi bir uygulamayla Salih Mirzabeyoğlu’nu gözaltına alıp tutukladılar. Nisan ayında Beşiktaş DGM de Salih Mirzabeyoğlu’nun ilk duruşması yapılacaktı. Kendisi katılmadı ama kendisini sevip destek olmak isteyen yoğun bir kalabalık duruşmayı takip etmek için gelmişti.

Bende basın kartım ve fotoğraf makinamla duruşmayı takip etmek için oradaydım. Destek için gelen grup sloganlar atarak bir hareketliliğe sebep oldular. Eylem değildi sadece slogan atarak yürüme şeklinde bir hareketlilik. Tam o sırada gelen bir” toplayın bunları” emriyle sadece slogan atan insanlar gözaltına alınmaya başlandı.

Fotoğraflamaya çalıştığım sırada bir polis tarafından sürüklenmeye başlandım. Hatta diğer bir polis “onu bırak o basın” demişti de tam bırakacakken o arbedede bırakmadan sürüklemeye devam etti ve kendimi içerde buldum. Aslında seçim malzemesi olarak kullanıldık. Normalde gösterilerde gözaltına alınanlar tutuklanmazdı. Bizi tutukladılar. Ben Salih Mirzabeyoğlu ile 2 ay Metris cezaevinde kaldım ve ilk mahkemede tahliye oldum. Artık kayıtlara girerek mimlenmiştik. Bu aşamadan sonra hayatım bir değişime uğradı ve asla eskisi gibi olmadı.

Başörtüsü eylemleri hala devam ediyor bende destek vermeye, eylemlerde bulunmaya devam ediyordum. 1999 yılında tam 6 defa keyfi uygulamalarla meydanlardan toplanıp gözaltına alınıp bırakıldım. Şöyle de diyebiliriz şubeye adam lazım oldukça biz mimlenen tipleri alıp alıp bırakıyorlardı. Çünkü radarlarına girmiştik bir kere. Biz Kaşgar dergahında çadıra çıkmıştık. Polis çadırı basarak 33 kişiyi gözaltına aldı. Hani bir tabir var ya camiden mi alındınız evet gerçekten camiden de alınmıştık. Bu sürece kadar 6 defa gözaltı ve 2 ay tutuklanma sonrası tahliye edilme vardı.

6 defa gözaltı 2 ay süren ve tahliye ile sonuçlanan tutuklanma sürecinden sonra ne oldu da 20 yıl yattınız, istinat edilen suçlar neydi?

Başörtü zulmü devam ederken 1999 depremi de olmuştu. İnsanlar eylemlere devam ederken bir bacımız 7.4 yetmedi mi? diye gündem de olan bir pankartla başörtü zulmünü dile getirmişti. Bu pankart 28 Şubat’ın sivil ayağını oluşturan ana kalenin merkezi olarak bilinen Aydın Doğan medyası, Hürriyet Gazetesi, Kanal D, fatih Altaylı, Yılmaz Özdil gibi isimleri rahatsız etmişti.

Darbenin destekçisi olduğunu belirten, savunan ana kalenin ana unsurlarından bir tanesi olan Fatih Altaylı canlı yayında bu pankartı açan bacımızla ilgili ağza alınmayacak hakaretlerde bulunuyor. Ki o pankart o hakaretleri hakkedecek bir pankartta değildi. Bu yayın sonrası bir vatandaş bu ağır tahrik altında Kanal D nin önünde tepkisel bir eylem gerçekleştirdi. Hiçbir hasar ve zarar olmayan bir eylem.

O eylem sonrası beni gözaltına aldılar. İstinat ettikleri suç ile ilgili hiçbir dahlim olmayan bu eylemi benim gerçekleştirdiğimi iddia ederek tutukladılar. Ölü yok, yaralı yok, hakaret yok, mala veya cana kasıt olmayan, dahlim olmayan bir gösteriden sorumlu tutuldum. Dosyamda o olay ile ilgili ekspertiz raporunda olaya ilişkin hasar tespit bildiriminde “herhangi maddi bir hasar yoktur” diye de yazar. Kanal D nin camı bile kırılmamış.

Bunun üzerinden orantısız bir ceza istemiyle yani 146/1 ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyorum.

25 aralıkta gözaltına alındım, tutuklandım ve bir daha çıkmadım. İçeri girdiğimde 2,5 ve 4,5 yaşlarında iki kızım vardı 20 yıl sonra çıktığımda ise 22,5 ve 24,5 yaşlarında iki genç kız duruyordu karşımda. 1999-2019 zamanda yolculuk yapmış gibiyim. Toplumdan, ailemden, hayattan tecrit edildim. Koparıldım. Bilfiil hiç çıkmadan 20 yıl yattım.

20 yıllık süreçte neler yaşadınız? Sadece istinat edilen bu suçtan sebeple mi 20 yıl yatıp çıktınız, içeride nasıl bir tepki ve neyle karşılandınız?

28 Şubat yargılanması olarak 6 yıl davalar tutuklu olarak sürdü. 146/1 yargılandığım madde idam cezası idi 2002 yılında idam cezası kaldırıldığı için müebbette dönüştü. Kanal D ve katıldığım eylemler dışında istinat edilen hiçbir iddiaları yoktu. Ama devletin bu eyleme karşı aldığı tutum çok anormaldi. Zaten bunu içeri girdiğimin ikinci günü anlamıştım. Bu eylem birilerinin canını çok fena yakmış olacak ki orantısız ve vahşice bir güç ile karşı karşıya kalmıştım hatta canıma bile kastedildi. Resmen ibreti alem olsun diye olmadık akla ziyan muamelelere maruz kaldım. Zaten çizgisi belli, mimli bir tiptim. Darbeye karşı güçlü duruş sergileyen göze batan bir derginin de yazı işleri müdürüydüm. Yargısız infazla karşı karşıya kalmıştım.

İlk hukuksuzluk ve haksızlıkla 1 Nolu DGM de yargılandığımda karşılaştım. Salona girer girmez hakim “sen savunma yapmayacaksın seni 6 Nolu DGM ye yönlendiriyoruz” dedi. Yani Salih Mirzabeyoğlu’nun dosyası ile birleştirmeye çalıştılar. Dosya 6 Nolu DGM den dönünce birleştiremediler. İki defa dosya gel – git yaptı. Olmayan suçu kabartmaya yönelik girişimlerde bulundular. Tek kişilik dosyamın ana davaya bağlanması kadar hukuksuzca hiçbir şey olamazdı.

Bu girişim başarısız olunca bu seferde Terörle Mücadele Komiseri Mehmet Karabörk imzalı ifademi okuduğumda ikinci şokla karşılaştım. Ki bu komiser Mit tırları davasında soruşturma açılan ve 15 Temmuz davalarında tutuklanan bir komiserdir. 1999 yılında bana ait olmayan ifade de ifade sahibi -ben 1985 yılında Kadıköy İmam Hatip Lisesinde okurken Hasan Ali Yıldırım beni örgüte dahil etti gibi devam eden bir başkasına ait 2 sayfalık bir ifade benim verdiğim ifadeye monte edilmişti. Başta lisemin adını vurgulamamın sebebi de bu yüzdendi. Ben Kadıköy imam hatipte hiç okumadım bahsi geçen ismi hiç tanımıyorum ama tam 20 yıllık yargılanma sürecimde tanımadığım bu isim ve bana ait olmayan 2 sayfalık bu ifadeyle karşı karşıya kaldım.

2000 yılında mahkeme başladığı zaman savcı ilk mütalaayı örgüt ve eylemden verdi. 168’den yargılanmış olsaydım 2005 yılında çıkmış olacaktım. Önceden kasıtlı olarak kurgulanan bu davadan dolayı normalde ben çıkabilecekken çıkamadım. 168’den açılan dava -geçmiş örgüt bağlantısı, bağlılığı, eylemlerin vahameti diyerek bana ait olmayan bir ifadeye dayandırılarak 146/1 anayasal düzeni silahla yıkmaya tam teşebbüse çevrilerek müebbet 30 yıl tam yatar şeklinde onaylandı.

O okulda okumadığımı ispatlayan belgeleri DGM de Nurettin Ak a sunduğumuzda bizi bu belgeler ilgilendirmez ifade ortada diyerek belgeleri atmıştı. 20 yıl sonra “Ali Acar adlı kişinin dosyası yeniden yargılanmaya uygun olduğu bir an önce cezaevinden tahliyesine” diye bir karar ile çıktığımda yeniden yargılandığımda şunu talep ettim. Bana ait olmayan hikayede ki asıl kişi mahkemede şahitlik etsin. “Hayrettin Soykan” geldi bu ifadeler polisin 4 Nolu DGM de yargılandığım dosya için düzenlediği ifadelerdir. Hasan Ali Yıldırım benim arkadaşımdır dedi de o kısım anlaşıldı. 20 yıl boyunca bu sebeple yargılandım. İfademe monte edilen ifade üzerinden 20 yıl geçtikten sonra asıl ifade sahibi mahkemeye çıkarılıp ifadenin kendisine ait olduğunu kabul ettiği kısmı dinlendi.

20 yıl içeride nasıl geçti, neler yaşadınız, nelere şahit oldunuz? İlk günlerde nelerle karşılaştınız? “Kanal D eylemi birilerinin canını fena yakmış olacak ki orantısız bir güçle karşı karşıyaydım” dediniz bunun etkileri içeride de deva etti mi?

Tutuklandığımda henüz ben şubedeyken yeni alınan bakanlar kurulu kararı ile bundan böyle İBDA-C davalarından gözaltına alınıp tutuklananların Metris Cezaevine değil önce Bayrampaşa Özel Tip oradan da ikinci bir emir beklemeksizin (benim için) Bandırma Cezaevine gönderilecek deniliyor. Böyle bir karar gelince şubeden Metrise gitmeyi beklerken Metris Cezaevine değil Bayrampaşa Cezaevine götürdüler.

Bayrampaşa da “gelen karar doğrultusunda seni içeri alamıyoruz, Bandırma Cezaevine göndereceğiz” dediler. Bayrampaşa da 4 gün tuttular ama içeri de alamıyorlar karar var. Ziyaretçi salonuna bir yatak attılar gece orada geçiyor gündüz ise ziyaretçiler gelince 2. Müdürün odasına kilitliyorlardı. Ancak 4 gün sonra Bandırmaya gidecek bir ring ile beni gönderebildiler.

Bandırma Cezaevine gittiğimin ertesi günü cezaevinde bir isyan çıktı. Adli bir hükümlünün cep telefonu bulunmuş. Bu kişiyi alıp tecavüzcülerin olduğu koğuşa koymuşlar. Bu resmen cezaevinde bir kabartma hareketidir. Adli mahkumlar üzerinden çıkan bir isyandı.

Bizim koğuşun camları kırılmaya başlandı, bizim koğuştan bir arkadaş ta sadece sözlü olarak “ulan Allahsızlar mübarek günde ne yapıyorsunuz, ne istiyorsunuz” diye bağırdı ve bir anda karşımızda “kan istiyoruz kan” diye bağıran gözleri dönmüş gardiyanlarla karşı karşıya kalmıştık. Orantısız bir güç uygulanıyordu. İsyanı bastırmadan ziyade ölümüne saldırı vardı. Bizde kendimizi koruyup, savunuyorduk. İsyan 3 gün sürmüştü. Bu isyanda üstüme kalınca 7,5 yılda oradan yazdılar. Zaten 30 yıl verilmişti. Bu isyanla ilgili ilginç bir detay var mutlaka dikkat edip incelenmeli.

Nedir o detay?

İsyanın 2. Günü bütün suçlu koğuşlar birleşmiş savunma beraber yapılıyor. Bizim koğuşta elektrik, su yok diye onların tarafına geçtik. TV açık canlı olarak cezaevi haberleri veriliyor. 6 Ocak’ta tıpkı Kanal D gibi Aydın Doğan’a ait olan CNN öğlen haberleri alt bandında bir anda “Bandırma Cezaevinde isyanı Ali Acar çıkardı. Ali Acar isyanı yönetiyor” gibi bir haber geçti. RTÜK kayıtlarından bulunabilir.

Yeni gittiğim, kimseyi tanımadığım, bilmediğim bir cezaevinde nasıl isyan çıkarabilirim. İsyan sırasında kafama ateş açıldı boynumun yakınından geçerek kafama isabet etmedi. Elimden yara almıştım. Ölümüme teşebbüs edilmişti. Hasan Meriç arkadaşımız silahla göğsünden aldığı kurşunla şehid edildi. 15 kişi de ağır bir şekilde yaralandı.

İşte o zaman anladım ki kurgulanmış bir komplonun içindeyim. Kanal D eyleminin faili olarak gösteriliyorum, kurgusu planlanmış bir isyanın içerisine gönderiliyorum, ölümüme teşebbüs ediliyor, CNN alt bandından adım isyan sorumlusu olarak geçirip hedef olarak gösteriliyorum. Bunun anlamı tam olarak şudur,

“Ali acar denilen Kanal D önü eylemcisi cezaevinde çıkardığı isyanda belasını buldu.” Şeklinde haber olacaktı. Aslında planlanan buydu. Bir daha hiç kimse dokunulmaz olarak gösterilen o kaleye bırakın dokunmayı, önünden dahi geçemesin diye ibreti alem yapmak istemişlerdi.

Kanal D önündeki eylem o kadar büyütüldü ki Süleyman Demirel canlı yayına bağlanarak “bu eylem Kanal D ye yapılmamıştır. Bu eylem laik, Kemalist cumhuriyete yapılmıştır” şeklinde beyanat veriyor. O gece Aydın Doğan’ın evinde bakanlar kurulu toplanarak önemli kararlar alınıyor ki bunu da Yiğit Bulut bir programda anlatmıştı. Bütün parçaları birleştirince o gece benim davamın kararı da orada alındı diye düşünüyorum çünkü aklıma başkaca hiçbir açıklama gelmiyor.

20 yıl çok ağır insani ve hukuki hiçbir mantığa uymayan şartlarda geçti. Aynı davadan yatanlar ki liderlerin yargılanıp serbest bırakıldıkları dönemde benim dava dosyam Çağlayan adliyesinde kayboldu. Dosyam tam 4 yıl kayıp olarak kaldı. 4 yıl dosyamın bulunması ve tekrar yargılanma için bekledim. 2018 yılında dosyam bulundu. 2019 yılında tekrar yargılandım ve 20 yıl sonra çıkabildim.

Peki gelinen son nokta nedir?

Yeniden yargılanma sürecini kabul etmiyoruz tekrar cezaevine gir kaldığın yerden yatmaya devam et, bizim içimiz daha soğumadı diyorlar. Yatmasına yatarım da 10 yıl içerde beni neler bekliyor bilemiyorum. Savcılığa gidip can güvenliğim yoktur diyecek kadar enteresan bir durumun içerisindeyim. Bu yeniden yargılanma ve sonrasında cezalandırma değil resmen cinayete tam teşebbüs.

20 yıl yatınca şöyle hesaplıyordum. 10 yıl yatınca 3/1 yatım, 20 yılda 3/2 yattım. Yani 3/2 yatan kalan 3/1 de yatar da neden? Senaryolarında eksik kalan bir şeyler var onu tamamlamaya çalışıyorlar. Savcı 146/1 de diretiyor. Yargı beni yargılayacaksa davamı her yönüyle, bütün detaylarıyla ele almalı. Ben beraat beklerken savcı 146/1 diyerek ki kalkan bir madde üzerinden savcının bunu talep etmesi zaten sakat bir durum. Hakim savcının paralelinde karar verirken “DGM de verilen eski kararı onamasına” diye karar vermesi anormal, hukuksuz bir durum. Kendini onama makamı yerine koyarak böyle bir karar veriyor. İnfazın devamına diyor belki de yine hemen alacaklar bilemiyorum.

20 yılı, hayatı, ailesi elinden haksız yere alınmış, canına resmen kastedilmiş biri olarak ne hissediyorsunuz. Lanet olası insan elinden çıkan ve keyfi keder uygulanan hukuk yasalarını, düzeni her şeyi bir kenara bırakacak olursak Ali Acar geldiği bu noktada ne hissediyor?

Bunu bende düşünüyorum bazen ama inanın ne hissedeceğimi bilemiyorum. Ama şunu söyleyebilirim. Hiç isyan etmedim. Pişmanlık yaşamadım çünkü pişman olacak hiçbir eylemim olmadı. Cani, ahlaksız, terbiyesiz bir insan olarak ta yargılanıyor olabilirdim. PKK, İŞID, DHKP-C dosyası ile de yargılanıyor olabilirdim. Ortada yargılayabilecekleri bir cinayet, gasp, yaralama, mala zarar yok. Böyle bir dosyanın geldiği boyutu hangi akla hangi vicdana koyacağımı bilemiyorum. Devlet aklı, devlet bürokrasisi bu dosya da böyle mi çalışıyor? Ne hissediyorum biliyor musunuz sadece şaşkınım.

Sizi yaklaşık 2 saattir dinliyorum. Trajikomik bir tiyatro izler gibi izliyor ve dinliyorum. Ağlasam mı, gülsem mi, kızsam mı, isyan mı etsem, nefret mi etsem bilemedim. Ne akli ne vicdani ne insani hiçbir boyutu yok. Resmen hiç yargılanmadan infaz edilmişsiniz. Davasız dava diye bir film çıkar buradan. Vahşice, ahmakça bir yaklaşım sergilenmiş. Sizi dinlerken yaşanılan haksızlık ve hukuksuzluk karşısında ve hem de 2022 yılına girecekken hala devam eden süreç karşısında resmen kalbimin acıdığını hissettim. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Şimdi siz yargılandınız mı yargılanmadınız mı inanın anlamadım? Son olarak neler eklemek istersiniz?

Çıktıktan sonra iş görüşmelerinde geçmişinizi soruyorlar ya 20 senem kayıp, ne yaptın bu arada sorusuna muhatap oluyorum. İzah etmeye kalksan bir türlü izah etmesen duruşmaların sürüyor vs. Çıktıktan sonra işin birde bu zorlukları var. Bilmediğiniz bir dünyanın içine atılmış oluyorsunuz. Adaptasyon sorunları yaşanıyor. 28 Şubat mağdurları bu anlamda sahiplenilmedi de.

Özetleyecek olursam geldiğim son nokta tekrar yargılanmam gerekirken tekrar yargılanmadan 20 yıl öncesi ilk söylenenlere geri döndürüldüm. Yasalarda Kanal D önündeki eylemin cezası nedir? Ona bakılsın ama yok. Demek ki öyle bir yere dokunulmuş ki kendini devletin üstünde gören bir kaleyi teğet geçen bir eylem karşısında takınılan tutum bu oluyor ve kimse müdahale edemiyor. Sizce de ilginç değil mi? Bize dokunan ya ölür, ölmese de süründürülür. İbreti alem olsun şeklinde bir yaklaşımla dava sürdürülüyor.

Ben bir şey yapmadım kaldı ki yapsam dahi Hukuk devleti intikamcı bir yapı sergileyemez. Yargıtay aşamasında yaşanılan hukuksuzluk 20 yılıma mal oldu. Çıktım 3 yıldır dışarıda yaşatılıyor. Önümde yine bir yargı yolu var.

Bir insan olarak yargının dosyama gerçekten bakıp bakmayacağını merak ediyorum. Çünkü bugüne kadar hiç bakılmadı. Aleyhime olan şeyler öne çıkarılırken lehime olan şeyler geri planda tutuldu. Yargıtay aşamasında gerçekten ne olacak? Gerçek bir yargılanmadan geçip bir ceza mı alacağım 20 yıl da olduğu gibi yargısız bir infazdan cinayete tam teşebbüsle mi muhatap kalacağım, sonum ne olacak? İçeri tekrar gireceksem neden gireceğim? Girdikten sonra neyle karşılaşacağım? Ben suçlu muyum, suçluysam neye göre? İtibari iade edilmesi gereken bir mağdur muyum? Yoksa seçilen bir kurban mı?

Adil bir yargılanma talep ediyorum af değil. Yargıtay’dan beklediğim bu. Vahşi bir yargılanmaya maruz kalmak istemiyorum. Bunu hakkedecek bir suçum yok. Emsal bir dosyada yoktur zaten. Tek başına bir adam nasıl olur da anayasal düzeni tam teşebbüsle yıkmaya yönelik bir yargılanmaya hem de 2021 yılında maruz kalıyor. Burada bir kasıt, bir yanlışlık var. Bu yanlışı kim düzeltecek. Yargıtay mı yoksa muktedirlerin insafına mı bırakılacak. Netleşmesini beklediğim başlıklar bunlar.

Samimiyetle bütün detayları paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Üzgünüm. Rabbim feraha çıkarsın

Saatlerce yargılamadan dinleyerek, anlamaya çalışarak yer verdiğiniz için ben teşekkür ederim.


RÖPORTAJ / AYNUR KARABULUT

ARALIK 2021

460 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page