top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAynur Karabulut

İyilerin sorumluluğunun çok daha fazla olduğu bir yüzyılda olduğumuzu düşünüyorum!..

Televizyon dünyasının başarılı isimlerinden olan adaşım sevgili Aynur Ayaz ile dört yıl önce bir televizyon programı sırasında tanışmıştık. Samimiyeti, doğallığı sayesinde aramızda özel bir bağ oluşmuş ve kopmamıştık. Sık sık görüşemesek de birbirimizin yaptıklarından haberdardık. Dört yıl sonra ikinci buluşmamızda sanki daha dün ayrılmış gibiydik. Kocaman yüreğine bir kez daha tanık oldum.

Röportaj için seçtiğimiz, Darülaceze’nin güzel bahçesinde oturduğumuz bir bankta yaklaşık yirmi yıldır bu huzur dolu mekanın gönüllüsü olduğunu öğrendim.

Çok samimi, keyif alarak, zamanın nasıl aktığını fark etmeden söyleştik. Sizin de keyifle okuyacağınızı düşünüyorum. Buyurunuz efenim.

Aynur Ayaz kimdir?

Hak hukuka dikkat etmeye, terazinin kefelerini dengelemeye, küçüğüyle küçük, büyüğüyle büyük olmaya çalışan, 20 yıldır medya dünyası içerisinde, sessiz çığlıklarını kimi zaman içine gömen, kimi zamanda doğanın içerisinde haykıran bir insan evladıyım. Hala eğitim ve öğretimi devam eden, sürekli kendini geliştirmeye açık, hayretini, heyecanını, merakını diri tutan çalışmayı seven bir insanım.

Gezegende herkesin bir rolü olduğunu düşünüyorum. İyiler de kötüler de herkes rolünü oynuyor. Bende elimden geldiğince göçüp gidene kadar iyilik safında rolümü oynuyorum.

Rutin yaşamını neye göre belirliyorsun?

Olabildiğince sade halkın içerisinde yaşıyorum. Yalın, doğal, samimi bütün duyguların hakkını vererek yaşamayı seviyorum. Yapay, yapmacık, samimiyetsiz, soğuk, iletişimsiz, arızalı ve sorunlu düşündüğüm durumlardan kendimi mümkün olduğu kadar izole ediyorum, kaçırıyorum. Bu birazda aklıkâmil olma yolunda tercihlerinle, yaşadıklarınla alakalı bir şey. O yolculuğumu tamamlamaya gayret ediyorum.

Aynur Ayaz kendi arayışını tamamlayabildi mi? Veya yolculuğunun neresinde?

Aynur kendi yolculuğunun içerisinde yolunu tercih etti, seçti. Kendi yolculuğunun içerisinde büyük bir keyifle, sorumluluklarının farkında, omuzunda ki yüklerin bilincinde olarak devam ediyor. Yolun sonu belli. Bu dünyadan kaçmak veya bir şey götürmek yok. Yolun sonu dört harften oluşuyor "ÖLÜM" Nerede, nasıl, ne şekilde olacağı hakkında bilmediğim bir ölüme karşı bütün vazifelerimin tamamını tam manasıyla yapabilme şuuru taşıyarak ilerliyorum. Yapabilirim diyemiyorum çünkü günahıyla sevabıyla yapabilme durumu var. Ama şu var geldiğim noktada çok şükür iyiki yaşamışım ne yaşadıysam diyebiliyorum. Bu soru sorulduğunda yaşadıklarım film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Sanki bütün sorulmuş, sorulacak soruların özeti gibi geliyor.

Röportaj için Mekân konuştuğumuzda harika bir yaşam alanı önerdiniz. Şu an buradayız bu özel yaşam alanını ve sizin için önemini bizimle paylaşır mısınız?

Bulunduğumuz yerin gönüllülüğü meselesi bana atamdan yadigâr. Rahmetli anneannem ve dedeme dayanır. Rahmetli dedem ben çocukken çok anlatırdı Abdülhamit Han Hazretlerini. İstanbul’un 7 tepesi, maneviyatı derken hep kulağımızda bunlarla büyüdük. Anneanne ve dedesinin dibinde Rumeli Hisarında eski İstanbul kültürü ile büyüdüm. Bir tarafta kalelerin, bir tarafta Eyüp sultan hazretlerinin dibinde derken o İstanbul maneviyatından kopamadık.

Bunun yanı sıra Darülaceze; düşkünlerin acizlerin evi diye geçen aslında zamanında belki de düşkün olmayan, son derece şık hayatlar yaşayan insanların yolun sonunda yaşadığı bütün konfor yaşam alanlarından koparak yolu burada Darülacezede kesişiyor, böyle hayatların olduğu bu yaşam alanını önemsiyorum. Değer veriyorum. Aysbergin diğer yüzü gibi. Benim için çok özel bir yer. Son 20 yılımda hayatımın burada ki grafiğine bakıyorum. 6-7 saat zaman geçirdiğim oluyor özellikle geldiğimde 5 saat geçirmeden ayrılmamaya gayret gösteriyorum.

Darülaceze sakinleri ile sohbet etmek, insan hikayeleri dinlemek beni mutlu ediyor. Burası aslında Türkiye’nin bir kombini. O yüzden huzur evlerini, yaşlı bakım evlerini, çocuk esirgeme gibi anlamı olan özel mekanlar tercihimdir.

Darülaceze, 125 yıllık bir geçmişi olan,ki ekip son derece titizlikle çalışıyor. Burada insanların el becerilerini geliştirecek, işe yarama huzuru yaşatacak atölyeler var. Yaşlandın, hadi sonun belli şeklinde değilde insanların kendilerini işe yarar hissedecek, mutlu olacak, hayatın devam ettiğini hissedecek, sohbet edebilecek, çay içebilecekleri ve güleryüzlü personeli ile karşılanabilecekleri bir noktadalar. O yüzden de kapısı herkese açık, dileyen gelebilir. Dünyanın birçok yerinden de geliyorlar. Buradaki sistemi öğrenmeye çalışıyorlar. Darülaceze’de kalan insanlar sizden hiçbir şey beklemiyor.

Yaklaşık 500 kişi yaşıyor, kadın, erkek büyüklerimiz ve çocuklarımızdan oluşuyor. Bu insanlara geldiğinizde bir merhaba diyerek el kaldırış, bir sıkı sarılış (Pandemi dolayısıyla şuan yapamasakta) hal hatır sormanız, candan konuşmanız, onların gözlerinin içine bakmanız yeterli oluyor. Tebessüm sadakadır. İşte bu kadar basit aslında. Arınmak istediğiniz, kendinizle yüzleştiğiniz ne oldum değil ne olacağım dediğiniz, hani öngörü diyoruz ya belkide kendinizin 20 yıl sonrasını göreceği-niz özel bir yer. 20 iseniz 40, 40 iseniz 60, 60 iseniz 80 yaşınızı oturduğunuz yerden öngörünüzle görüp kendi-nizi yenilediğiniz, anın kıymetini bilerek arınıp çıktığı-nız bir özel yer.

Ama görmek önemli. Mutlaka görün. Her zaman koşamayacaksınız, her zaman yetişemeyecek-siniz, her zaman iş yapamayacaksınız iyi yaptıklarınız size karşılık geldiğinde size de iyilik yapanlar olacak. Yoksa aksi mümkün değil.

Ben ilk kez geliyorum. Neden bu kadar geciktirdim diye kendime kızıyorum şuan ama herşeyin bir zamanı var deyip avunuyorum. Kapıdan içeri girip burada yaşayan büyüklerimizle göz göze geldiğimde ne hissettim biliyor musunuz?Sanki gerçekten gerçek evime gelmiş gibiydim. Kendi gerçeğime gelmiş gibi. Sonumu görmek gibi bir şey. Bir anda geleceğimi görerek enteresan bir duygu yoğunluğu ve karmaşası yaşadım.

Çoluğun çocuğundan, malından mülkünden ayrılabiliyorsun ömrünün sonunda. Burada odalarda 3,4,5, 6 kişi kalıyor. Şunu gözlemliyorsunuz. Evinizde iyi-kötü yatak odanız var, dolabınız, kıyafetiniz, mutfağınızda ailenizle yediğiniz içtiğiniz kendinize özel eşyalarınız var, balkonunuz var size ait, tıpkı burada ki insanlar gibi. Belki de burada ki insanlarında yatlı, katlı evleri vardı. Malları vardı, belkide bankada birikmiş paraları vardı. Çeşit çeşit arabalara biniyorlardı. Süsleri vardı. Ama burada 4-5 kişi ile bir oda da bir yatak ve dolabın bir kenarı verilirse verilir. Ne kadar kopabiliriz şuan elimizdekilerden. Şimdi ben bunun derdindeyim. Elimizdekilerden kopabilir miyiz?

Nerden ne kadar kopabilirim, nerden ne kadar uzaklaşabilirimin, nerden ne kadar doğaya dönebilirimin derdindeyim. Bunlar için illa bir sıkıntı veya kötü bir şey yaşamaya, olumsuz bir tecrübeye gerek yok. Bugün sağlıklıyız yarın olamayabiliriz, istemeden bir kaza geçirebiliriz. Başımıza beklenmedik birçok mücbir sebep gelebilir. O yüzden burayı önemsiyor ve gelip arınıyorum. Herkese de tavsiye ederim.

Çok uzun yıllar burayla içli dışlısınız. Bu gidiş gelişlerinizsize öğrettiği en önemli şey nedir?

Daha çok büyüyorum, daha çok düşünüyorum. Dünya çok hızlı akıyor. Ve her şey çok hızlı geçip gidiyor. Burası bana bu kadar hızın, bu kadar paranın, bu kadar maddiyatın, aslında bir hiç olduğunu tekrar tekrar öğretiyor, hatırlatıyor.

Siz anlatırken düşündüm de hemen duvarların arkası E-5, araçların vızır vızır aktığı, tüm hızıyla koşturmanın devam ettiği…Ama bu duvarların içinde durgunluk, sakinlik hakim. Sanki duvarın dışı yapay ve burası gerçek gibi. Yapaylıktan gerçekliğe geçme hazzı gibi bir durum söz konusu bu atmosferde.

Burada hepimiz canlı tiyatronun oyuncuları gibiyiz. Ben öyle bakıyorum. Burası beni büyüttü, bana çok şey öğretti. Kazandırdı, kazandırmaya ve beni ben yapmaya da devam ediyor.

Radyo, televizyon, gazetecilik, öğretmenlik o kadar çok farklı projelerde çalışmışlığınız oldu ki sizin için en özeli hangisiydi? Ayırabiliyor musunuz?

Hepsi ayrı ayrı çok özeldi. Hepsinin tadı hala damağımda. Gel-geç işler yapmadım. Popülizm adı altında ya da magazinsel şeylerle değildi. Çok sindire sindire, kimse duysun, görsün, kimse benden haberdar olsun, bana ilgi göstersin diye değil. Onların sorumluluğu, işleyişi çok başka. Türkiye’nin çok farklı bölgelerinde, hiç bilinmeyen yerlerinde hiç bilinmeyen köylerinde Aynur Ayaz hep vardı. Olmaya da devam edecek. Son nefesime kadar bunu kendime şiar edindim. Bu çocukluğumdan gelen destekle de olan bir şey. Bana emek veren insanlardan, hocalarımdan Allah razı olsun.

Yaptığınız birçok programınıza baktığımızda sosyal mesaj barındıran, amacı olan programlar olduğunu görebiliyoruz. Çok istediğinizden mi?Denk mi geldi, bilmiyorum ama hep birine dokunmak üzerine gelişmiş. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Hayatımın sonuna kadar da bu böyle olacak. Yapacağım tüm işlerin bir amacı olacak. Ben öğretmenlik de yaptım. Kısa dönem de olsao dönemden binlerce öğrenci ve velim hala ulaşan var arayıp, yazan Aynur hocam diyen. Bütün işlerimi medya veya başka bir meslekte olsa önemsedim. Yaptığım işe ve çevremdekilereduyarlı oldum. Şöyle bir örnek vereyim. Ekonomik geliri düşük öğrencilerim vardı. Aile yapıları, psikolojik sorunların olduğu bir okulda, öğretmenlik yaparken dersimi verip gidebilecekken gönüllü olarak sınıf öğretmenliği yapmak isteyip dokunmak istemiştim. Birilerinin hayatına. Çocuklarla sosyal sorumluluk projeler geliştirerek gelişmelerine katkıda bulunuyordum. O fotoğraflar hala anı albümümdedir. O dönem medya ile ilişkim yok çocukların cebinden bir lira çıkarmadan sponsorluk görüşmeleri ile onlara bir sosyal etkinlikle destekte bulunmuştum. Bunun gibi onlarca örnek var. Bu tarafım pek bilinmez ama böyle bir tarafım da var. Ne yaptıysam severek ve bir amacı olduğunu önemseyerek yaptım.

Biz sizinle yine sosyal içerikli bir programda tanışmıştık. Ve bu ikinci buluşmamız o kadar sıcak, güzel bir kalbiniz var ki ve işinizi o kadar güzel yapıyordunuz ki çok severek gözlemlemiştim sizi ve o günden sonra ilk kez görüşmemize rağmen sanki hergün görüşmüşüz, dün ayrılıp bugün buluşmuşuz gibi. O gün onlarca insan vardı o programda sadece siz hep çok özel kaldınız benim için. Çünkü samimiydiniz ve bu samimiyet çok fazla hissediliyordu.

Evet ya, hiç bunu düşünmedim ama aradan 4 sene geçmiş sevgili okurlar. Sosyal medyanın da etkisi olabilir tabiki ama sanki dün ayrılmışız gibi. Ne kadar güzel iyiler birbirini kaybetmez.

Sosyal sorumluluk noktasında duyarlı bir insansınız.Hem bireyselhemde programlarınızla destekliyorsunuz. Bu konuda ülkemizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Sosyal sorumluluğumuzun bilincinde miyiz?

Sivil toplum kuruluşlarının öncülük etmesi ile farkındalık düzeyini arttırması noktasında etkin olduğunu düşünerek son yıllarda daha çok arttığını düşünüyorum. Hayvan, kadın, yaşlılarla ilgili çok ciddi kamuoyları oluşturuluyor.

Dünyanın birçok yerinde bütün doğal afetlerde ilk koşan bir milletiz. Bu konuda çok iyi olduğumuzu düşünüyorum. Ama duyarsızlarda var tabi. Evindeki geri dönüşüm atıklarını ayıramayacak kadar önemsemeyen gruplarda var elbette. Oysa verdiğimiz zararın çok daha fazlasını iyilik yaparak dönüştürebiliriz aslında. Küçük parçalar birleşerek büyüyebilir. Sosyal sorumluluk dile pelesenk oldu çok kullanılır oldu ama uygulamada zayıf kalıyoruz.

Her şeyi kurumlardan bekliyoruz. Bireysel sorumluluklarımızı yapmak zor geliyor kimi zaman. İmkânımız ölçüde yapmak zorundayız. Sağlığımız yerindeyse, sözümüz varsa biz bir başkası için bir şey yapabiliriz. Bu da sosyal sorumluluk niyetidir. Bu düşüncede olursak uygulama alanları kendiliğinden oluşuyor.

Çocukken ilk yaptığınızsosyal sorumluluk projeniz, bireysel bir program veya organizasyonunuzu hatırlıyorsanız bizimle paylaşır mısınız?

Benim annem bir öğretmen. Annem ile şöyle ortak bir yönümüzde var. Ben Annemin ilkokulu okuduğu okulda ilköğretimi okudum. Rumelihisarı’nda Şair Nigâr İlk Okulunda. 9-10 yaşındaydım. Kafaya takmışım gazeteciliği. Anlatacağım anı için ilk gazetecilik sosyal sorumluluk birleşim diyebiliriz. Rumelihisarı üstünde atari salonları var, çocuklar dersten kaçıyor orada takılıyor vs. bende okulda arkadaşlardan oluşan bir komisyon kurdum. Öğrenci kulüpleri gibi. Arkadaşlara görevler dağıttım. Herkesin sorumlu olduğu konu başlıklarıyla haberler bulması gerekiyordu. Haberleri getiriyorlar. Yazıyoruz. Fotoğraflıyoruz bir şekilde. Gazetelerden fotoğraf kesiyoruz. Yazı yazıp A4 e fotoğraf ve yazıyı yapıştırıyorum bantla üzerine tarih sayı yazıp fotokopi ile çoğaltıp gazete dağıtıyoruz bütün sınıflarda. Ve resmen gündem oluşturuyoruz. Buralar kapatılmalı, çocuklar gereksiz yerlerde çok vakit harcıyor vs. diye. 2 yıl çıkardık. Diğer biri de şöyle, bir organizasyon diyebiliriz. Annem resim öğretmeniydi. 2 veya 3 sınıftayım. İyi resim yapıyordum. Derecelerim var. Öğretmenlerim benden habersiz yarışmalara gönderir dereceye girerdi. Anneanneme sen bana vereceğin harçlıklarla meşrubat ve ikramlar al diyorum. Dedemle beraber bahçeye masaları koyuyorsunuz diye görev veriyorum.

Bir hafta boyunca hazırlık yaptım, bütün yaptığım resimlerin arkasını bantlayıp evin odalarının duvarlarına yapıştırmışım. El kartları hazırlamışım Aynur Ayazın sergisi var davetlisiniz diye bütün okula dağıtmışım. Okul müdürü, öğretmenler herkesi davet etmiştim. Öğlen yemek arasına denk getirmiştim. Annem inanamamıştı kapıya biriken arkadaşlarımı görünce ama rahat 50-60 kişi birikmiş. Bahçeye masa koydurmuşum. Kokteyl hazırlatmışım. Evin odalarına asmışım hepsini gezdiriyorum oda oda. Annem ne yapıyorsun diyor sergiyi gezdiriyorum diyorum. Muhteşemdi. Hala keyifle hatırlıyorum. Bunun gibi birçok anlatılacak güzel, keyifli anı var.

Medya sektöründe olmasaydınız hangi sektörde olmak isterdiniz veya olmak ister miydiniz?

Evet olmak istermişim. Bu pandemi zamanında farkettim. Bir doktor olmak isterdim. Anne tarafında çok doktor var. Kutsal mesleklerden zaten. Onlar bu süreçte savaşan kahramanlarımız. Hemşire olabilirdim. Ama en önemlisi belkide önümüzde ki günlerde Psikoloji alanında üçüncü üniversite düşünüp okuyabilirim.Psikolog olabilirdim. Şu anda toplumun, her mahallenin, caddenin, aile sağlık merkezlerinde aile hekimleri gibi aile psikologlarına ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Psikoloji önemli ve bundan sonraki süreçte uzman klinik psikolog ve psikiyatri doktorlarına çok fazla iş düşüyor.

Ekranda kalıcı olmak için sadece güzel olmak yeterli mi? Ne düşünüyorsunuz?

Ekran güzeli sever diye bir gerçek var ama kalıcılığı yok. Bazı üniversite öğrencilerin tez konusu olmuşum kalıcı işlerimle. Güzellik geçicidir. Mimikleriniz, doğallığınız, samimiyetiniz, güler yüzünüz olmalı kalıcılık için.

Porselen veya Barbie bebek gibi olmamalı uzun süreler kalıcı olmak için. Ekran doğallık, samimiyet arıyor. İstediğiniz kadar güzel olun komplike bir bütün değilseniz ekranda kalıcılığınız olmaz. Genel kültür, samimiyet, yetenek vs. ekran nankördür. Bugün varsınız yarın yok olursunuz. Ama samimiyet olursa ne kadar zaman geçerse geçsin nereye giderseniz gidin ekran seyircisi sizi bırakmaz. Sahip çıkar. O yüzden salt güzellik anlık bir geçiştir sadece.

Yaradan herkesi zaten güzel yaratmıştır. Çirkin yoktur ekranda taşıdığın ruhsal güzelliğinle güzelleşir ve kalıcı olursun.

Aslında sadece medyada değil. Bütün sektörlerde her zaman samimiyet başarı getirir.

Yeni medyayı mı (internet-sosyal medya) ki aktif kullanıyorsunuz ama geçmişte geleneksel medya dediğimiz basılı, görsel, işitsel medyada da var oldunuz. Sizce hangisi daha çok size hitap ediyor, sizin için özel?

Hepsi ayrı ayrı özel ve güzel. Kitap ve gazete kokusu ayrı bir şey ama bir müddet sonra belki de hiç olmayacak hatta belki TV ekranları da olmayacak. Dünya cebe sığdı. Bir cep telefonuyla filminizi de programınızı da çekebiliyorsunuz ve yayınlayabiliyorsunuz. Ama iyi ki geleneksel medyanın içerisinde yer almışım, yetişmişim, yakalamışım, ustalarla çalışmışım. Bambaşka bir kültür deneyimi oluşturuyor.

Eskide ekstra emek ve samimiyet vardır. Zor her zaman daha güzeldir. Hakiki mutluluk, mesleğine duyduğun aşk emek harcatır ve o iş ses getirir.

Dijital medyayı toplum olarak doğru şekilde bilinçli kullandığımızı düşünüyor musunuz?

Biz dijital medyayı işimize geldiği gibi kullanıyoruz. İçerik üretici şahıs ve kuruluşlar çok dikkat etmek zorundalar. Sorumlulukları çok büyük. Ama biz çar çabuk, alelacele, bir an önce olsun bitsin mantığı ile özensiz üretiyoruz.

Dijital mecralarda çok ama adam akıllı, iyi kontrol edebiliyor olmamız gerekir çünkü bulunmaz bir nimet. Sosyal medya bir paylaşım aracı ve öyle kalmalı. Sosyal medya ahkam kesen, adalet dağıtan, yargılayan bir mecra olmamalı. Sosyal medya dediğin şey insanın kendi içsel sesini yansıtarak dışa dönüştürdüğü bir paylaşım aracı. İşte biz burada oto kontrolümüzü sağlayamıyorsak demek ki normal hayatımızda da sağlayamıyoruz. Ben aktif kullanıcıyım. Orada bir çiçek paylaşıyorsam çok sevdiğim için paylaşıyorum. Güzellikleri çoğaltacak şeyleri paylaşmayı seviyorum. İyilik ve güzellik paylaşılmalı kötü ve kötülük değil. Öyle düşünüyorum. Ve böyle düşünenlerin sesi daha gür çıkmalı. İyi kötü neye kime göre iyi kötü tartışılır ama toplumsal iyilikten bahsediyorsak belli normlar var, tektir ve herkes aynı noktaya hizmet etmek durumundadır. Hepimiz bundan sorumluyuz.

Ben sosyal medya paylaşımlarıda şunlara dikkat ederim. Bana yapılmasını istemediğim şeyi başkasına yapmam, güzellikleri paylaşırsam bu bana fayda sağlar çünkü paylaşılan güzelliği gören kişi güzel görmeye başlar bunun hiçbir kötü tarafı yok. Aksine çok güzel tesirleri var. İnsanın ruh ve bedensel sağlığına iyi gelir.

Mesleki açıdan kendinizi nerede görüyorsunuz veya görmek istediğiniz bir konum var mı? Ya da istediğiniz yerde misiniz?

Çok şükür istediğim yerdeyim. Bundan sonra bana verilen bir görev olursa onu yerine getiririm. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum, emek verip çabaladığım noktadayım.

İşiniz çok stresli. Birçok farklı stres yaşıyorsunuz ama hiç yansıtmıyorsunuz o stresi nasıl yönetiyorsunuz?

Zaman ve stres yönetimi zaman içerisinde öğrendiğim bir şey oldu. Kötü tecrübeler iyi tecrübeye dönüşür zamanla. Pozitif bakarak olumsuz stres veya enerjiyi bende çok fazla durmasına müsaade etmeyerek olumluya dönüştürebiliyorum. Çocukluğumdan beri kötü gelen enerjiyi pozitife dönüştürüyorum.

Boş zaman kavramı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce gerçekten öyle bir zamanımız var mı?

Boş zaman yoktur. Zaman diye bir kavram yoktur. An vardır. Andayız. Geçmişi geçtik geleceği bilemeyiz aradayız. Ben bir dakika önceki yaşadığımı geri getiremediğim gibi bir dakika sonrasını da yaşayamam. Anı “şimdiyi” yaşıyorum. O yüzden boş zaman kavramım yoktur. Ben inanmıyorum, şahsen benim hiç boş zamanım yok, olmadı. Okuyamadığım kitapların, izleyemediğim filmlerin listesi için kızıyorum kendime. Zaman yetmiyor. İnsan ömrü yetmez ki hiçbir zaman yapılacakları yapmaya.

Bulunduğumuz şu anı nasıl değerlendiriyorsunuz?

21. yüzyıl çok sıkıntılı bir yüzyıl. İyilerin sorumluluğunun, mücadelesinin çok daha fazla olduğu bir yüzyıl olduğunu düşünüyorum. Doğal afetler, savaşlar, haksızlıklar her açıdan çok zor bir yüzyıl. Şöyle özetleyelim bu yüzyılda yaradan hepimizi bir yarattı ve iyi kötü olmayı bizim inisiyatifimize bıraktı ben iyi olmayı seçiyorum. O musalla taşına yattığımda heyeti umumiye ye sorulan nasıl bilirdiniz? sorusunu iyi bilirdik denilenlerden olmak için çabalıyorum. Çok iyi olmak adına demiyorum sadece kendi bireysel hatalarımdan, çevreme karşı sorumluluğumdan kendi penceremden bakarak bu zor olan yüzyılı kendi açımdan iyi geçirmeye çabalıyorum.

Peki gençlik hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok dinamik. Bizden çok daha imkanlara sahip. Ailenin sağladığı imkanlardan bahsetmiyorum. Dağda yaşıyorsa da kafasına koyarsa, hedefi belliyse başarılı olur, sıyrılır. Böyle gençlerimiz var. Ama hepsi değil. Bilgi kirliliğinin yoğun olduğu dijital çağda yaşıyoruz. 21. Yüzyılın handikabı da böyle. Demek ki böyle olmayan gençlerin suçu değil. Ebeveynler, aileler olarak üzerimize düşen çok şey var. İlgi, alaka, sevgi, şefkat, merhamet, inanç bizde ki duyguları doğru aktarmamız çok önemli.

Kendinizi bir kenara bırakın, çok sevgi, ilgi görmemiş olabilirsiniz bu durum sizin çocuğunuza ilgisiz kalacağınız anlamına gelmez. Çocuğum yok evli değilim ama bunları düşünmüyor da değilim. Ben bu anlamda bir gönüllü anneyim. Bir sosyal anneyim. Bir bakıcıyım, hayvanların annesiyim belki. Böyle bakıp okumak lazım.

Hepimiz geleceğimizden sorumluyuz ve bu gençlerden mesulüz. Gençlerden çok umutluyum. Biz de ilerleyen ama onlarda yeni yeni oluşan bir enerji var. Bu saf enerjiyi iyi yönlendirmek, iyi yönetmek, iyiye dönüştürmek, onlara iyi önderlik, iyi annelik, iyi babalık, iyi ablalık, iyi abilik, arkadaşlık, dostluk yapmak lazım. Bunları yaparsak kazanacağız. Bunları yapmaz isek ne yapacaklarını bilmedikleri yollarda onları sahipsiz bırakırsak onlar hangi yollara sapacaklar meçhul. Böyle özetliyorum. Onlara çok güveniyorum, onlardan çok şey öğreniyorum ama onları doğru yönetip bilgilendirerek bu bilgi kirliliğinin avucuna bırakmamakta bizim görevimiz.

Biraz çocukluğunuzdan konuşarak yavaş yavaş sona doğru gidelim mi? Aynur Ayaz nasıl bir çocuktu?

Tabiki. Çocukluğumu konuşmayı severim. Beni heyecanlandırır. Mutluluk ve hüzün arasında gider gelirim konuşurken. Aynur çok meraklı, çok soru soran, çok düşünen oyuncaklarıyla bile oynarken sorudan asla vazgeçmeyen bir çocuktu.Çok güzel bir çocukluk geçirerek büyüyen biriyim. Güzel ve verimli bir çocukluk geçirten, bana emek veren annem babama büyüklerime bir kez daha teşekkür ederim. Her istediğim olmazdı iyi ki olmamış, her istediğim alınmazdı iyi ki alınmamış, her istediğim yapılmazdı iyi ki yapılmamış.

Çünkü şimdi annem ve babamın bana bütün kazandırdıklarını her yönüyle üzerimde görüyorum.

Ben bu kadar kültür sanatın içerisindeysem, bu kadar sosyal sorumluluk ile içli dışlıysam, kamu oluşturma noktasında etkin olabiliyorsam ailemin sayesinde. Onların hakkı ödenmez. Allah hiçbir anne ve babanın nefesini çocuğunun başından eksik etmesin. Hepsine sağlıkla bir ömür geçirmesini diliyorum. Gerçekten aile çok önemli.

Dolu dolu bir çocukluk yaşanması, farklı ülkeler görerek yurtdışı imkanı sağlanması, yaptığım mesleğimde temelleri oluşturmasıtamamen onların etkisi ile oldu.

Şimdi anne babasına karşı gelen, onları anlamak istemeyen insanlara dönüp baktığımda ya bir kere hiçbir şey beklemeden seni büyüttü, besledi, altını temizledi. İmkânı olsun olmasın sen bebeksin nereden bileceksin imkânı. En kötü anne babayı bile ele alacak olsak bunları yaptı. (yapmayanları kastetmiyorum yaptığı halde çocuklarına kendilerini beğendirmeyen, çocukları tarafından dışlanıp hor görülenleri kastediyorum)

Hareketli bir çocuk muydu?

Çok hareketli, zaptı zor bir çocuktum. Saygılı ama hareketli. Kendi kendine radyo programları yapan, sanki televizyon varmış gibi konuşan bir çocuktum.

Çocukluğunuzda mesleğinizle ilgili unutamadığınız bir anınızı paylaşır mısınız?

O kadar çok var ki. Ben yurt dışında doğdum. Danimarka’nın Kopenhag şehrinde. Kopenhag da ana ve ilk okulun bir kısmını okudum. Hatta Türkiye’de okula başladığımda da yaz tatillerinde orada okula gidiyordum. Annem sosyal ve aktif bir bayandı. Okul gezileri, sosyal aktiviteleri, sinema, tiyatro hiç kaçırmazdık, hep katılırdık. Orada bir Tivoli var. İçinde hayvanların, oyun alanlarının, mekanların olduğu Disneylandın küçük versiyonu diyebileceğimiz. Dilim henüz çok iyi değil. 5-6 yaşlarındayım. Bir gösteri vardı. Tivilo meydanının içerisinde bir tavus kuşu sahnesi. O perdenin içerisinde birkaç Pandomim sanatçısı vardı. Hiç unutmuyorum. Beyaz eliyle kâğıttan bir şeyler yapıyordu. Mikrofon vardı. Çocukları sahneye çağırıyordu. O esnada annem ve babamın yanından bir fırlayışım var ki görülmeye değer. İlk sahne tecrübem, mikrofonu elime resmi olarak (ev ve oyun haricinde) alışım o zaman olmuştu. 6 yaşındaydım. Bulunduğumuz Tivoli meydanı kalabalıktı ama konuştuğumu, el işi yaptığımı, güldüğümü ve büyük bir heyecanla koşarak yerime gittiğimi hatırlıyorum.

Ama hala o heyecanı taşıyorsun ve bu bize gözlerinde ki ışıltı, sesinde ki tınıdan öyle güzel geçiyor ki!..

Çok seviyorum. Çünkü işime aşığım.

Son olarak güncel projelerinizi sormak istiyorum. Yeni bir programın heyecanı içerisindesiniz. Biraz anlatır mısınız bizleri nasıl bir program bekliyor?

TRT ekranlarında yayınlanacak, toplum sağlığını yakından ilgilendiren uzman hekim, hoca konuklarımızla her konu ve pandemi ile ilişkisi ile önümüzde ki günlerde başlayacak bir programın heyecanı var.

Bir de sosyal medya da çok yakında 5 Ekimde başlayacak bir projemiz var. Toplumun büyük bir kesimini belki de dünyanın farklı bölgelerinden internet üzerinden daha fazla kişiye ulaşacak sosyal mecralardan Facebook, İnstagramTwitter gibi Fuzul Ev ana sponsorluğunda haftada 2 gün uzman konukları psikolog ve psikyatırları ağırlayacağım bir program olacak. Ve vatandaş soracak ben Moderatör olarak yönlendireceğim hocalarımız anında cevaplayacak.

Bu süreçte ihtiyacı olup evinden çıkıp gidemeyen veya ekonomik gücü yetmediği için psikolojik destek alamayan bütün vatandaşların faydalandığı, evine hizmet gittiği bir program olacak. Kimliğinizi açıklamak zorunda değilsiniz, görüntü vermek zorunda değilsiniz. Sorularınızı mail veya sosyal medya direk mesajları üzerinden çocuk ve yetişkin psikologlara yöneltebileceksiniz. Kesinlikle buna ihtiyaç olduğunu düşünüyorum, çevremde görüyorum. Bu iş şakaya gelecek bir şey değil. Tv ekranlarından öğrenilecek bir durumda değil. Bu programlarla toplumun ruh sağlığına katkıda bulunmaya gayret göstereceğiz.

Çok keyif aldım. Vakit ayırdığınız için teşekkür ediyorum. Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Bende keyif aldım, çok güzeldi, samimiydi. Herkes önce sağlığına iyi baksın sonra tüm sevdiklerine baksın, onları ihmal etmesinler. Teşekkür ederim.


RÖPORTAJ / Aynur KARABULUT

Ekim 2020

128 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page