top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAynur Karabulut

KUTUPLAŞMADAN BAHSEDENLER BU KUTUPLAŞMAYI OLUŞTURANLARDIR!..

Güncelleme tarihi: 26 Ara 2020

Sanatçı, Şair, Ressam İlhami Atmaca ile uzun zamandır planladığım söyleşiyi nihayet gerçekleştirdik. Bu keyifli muhabbet için Sanatya’nın sıcak, keyifli ortamını tercih ettik. Geçmişten günümüze bir yolculuk oldu. Heybeme almam gerekenleri alarak ayrıldım dinlendirici Sanatya atölyesinden.

“….Konuşanlar genellikle eşit düzeyde vasat bir dil kullanarak konuşuyor ve ışıltılı kelimeleri yok. Yeni bir şey söylemiyorlar. Belli ezberler, şablonlar, klişelerle konuşuyorlar. Elbette bazı ezberlerimiz var. O ezberlerimiz naslarımız. O ezberlerimizi hatmedeceğiz, ikrar edeceğiz ve tekrarlayıp duracağız. Ve bu ezberlerin ışığında yeni bir şeyler söyleyeceğiz. Bunun yollarını araştıracağız. Bu gençliğe hala en iyi yazar Dostoyevski’dir demeyi, anlatmayı bırakacağız. Lüzumsuz abartıda hamaset dilini bırakacağız. Yeni ne yapacağız nasıl yapacağız ona bakacağız….” Diyerek bana göre günümüz birçok sorununun temeline dikkat çektiğini düşündüğüm çok keyifli, samimi tam da İlhami ağabey ile olması gerektiği gibi bir söyleşi oldu. Sizin de keyifle okuyacağınızı düşünüyorum. Buyurunuz efenim…

İlhami Atmaca kimdir?

İnsanın kendisini anlatması, ifade etmesi zor. Kronolojik bilgi vermek benim yaşıma gelmiş kişiler için sahiden zor. Allah uzun bir hayat nasip etti. Neyi nasıl anlatayım şaşırıyorum çoğu zaman.

Dört çocuğum var. En küçük kızım İdil Asya on beş aylık. Bir oğlum üç kızım var. Büyük oğlum Mimar Sinan, Güzel Sanatlar dördüncü sınıfta. Onun küçüğü kızım İstanbul Üniversitesi, Çağdaş Yunan Edebiyatında okuyor ismi Dilara, onun küçüğü Azra üniversiteye hazırlanıyor.

1964 doğumluyum yani cumhuriyetle aramda 40 yıl var.

Hayata nasıl bakıyorsunuz? İnsan akıllı varlık, okudukça, gözlem yaptıkça aslında anlatılanlar ve öğretilenlerin hakikatle alâkası olmadığını görüyor. Bu da tabi olarak bir taraftan bakmaya zorluyor insanı. Ve bir fikrin ve anlayışın tarafı oluyorsunuz. Ben küçük yaşlardan itibaren taraf oldum. Öğrendiklerim beni taraf olmaya icbar etti ve sonrasında da hayatım o yönde akmaya başladı.

On iki yaşında bir siyasi partinin gençlik kollarına girdim. Ülkü ocaklarına gitmeye başladım. Kendimi tanıtırken şeriatçı ülkücü olarak tanıtıyordum.

Özetle; bu ülkenin bir çocuğu olarak, modern devletin insanları değiştirmek, dönüştürmek üzere adına eğitim kurumu diyerek kurduğu tezgâhlardan ezilmeden, öğütülmeden çıkan bir insanım. Kendi geleneği, kültürüne eğilmiş, oradan yürümeye, Kur’ani perspektiften bakmaya ve yaşamaya çalışan biriyim.

Böyle cümlelere dökünce kulağa hoş geliyor da pratikte büyük sıkıntılar yaşanıyor. Anlatıldığı gibi kolay olmuyor. Bedelini ödüyorsunuz. Ağır bedeller ödedi bu ülkenin çocukları. Bu ülkeyi değiştirmeye çalışanların, değiştirirken de milletine saygıdeğer davranmayanların karşısına duran kişilerdik.

Bu minvalde tabularımız, dostluklarımız, yaptığımız işler, yazdıklarımız, çizdiklerimiz öyle şekillendi ve öyle devam etti. Dönemin getirdiği değişimler de hesaba katılırsa, pek kolay bir iş sayılmaz. Hâlâ hayal ettiğimiz gibi bir ülkeye sahip değiliz. Dua ediyor ve çaba sarf ediyoruz. Böyle düşünen sadece ben değilim. Benim gibi yüzlercesi var. Sancılı bir hayat. Hikayemiz bu…

O dönemde okulda farklı bir öğreti gerçek hayatınızda farklı bir yaşantı var. Bu bağlamda ciddi sıkıntılarda yaşadınız. O günden bugüne yaşadığınız onca yaşanmışlığın, sıkıntının size en büyük öğretisi ne oldu? Kendi kararınızla kendi doğrularınızdan sapmayarak yolunuzu net bir şekilde çizmeniz size ne kazandırdı?

Çatışmalar getirdi hayatımıza. Konforlu bir hayatımız olmadı. Zihnî olarak elbette. Öyle olunca da, dünyevi değerlerin peşine düşmedik. Öyle olmayı tercih etmediğimiz için kafa konforumuz sürekli bozuktu. Kafa konforu bozuk olan birinin bu durum hayatına ve ilişkilerine de yansıyor. Mücadeleci, sürekli bir şeyleri dert edinen, meselelere çözümler düşünen, çıkış yolları arayan bir insan olarak sürdü hayatım. Bunları fark etmek bir kolaylık getirmedi. Uyanmak çok sancılıdır.

Kesinlikle katılıyorum. Uyandıysanız bir daha asla uyuyamazsınız…

Yutturulan lokmaları, yalanları hazmedemiyorsunuz. Fikri ve zihni bulantılar yaşıyorsunuz. Ve kusuyorsunuz onları sonrasında. Bunlarla baş etmeyi öğreneceksiniz. Hayatınızı düzenleyecek, yeni bir söz, yeni bir ifadenin peşine düşeceksiniz, şiirler yazacaksınız, resimler çizeceksiniz ve daima bir mücadele içinde sürecek hayatınız.

Neler yaşadınız?

Her şeyi yaşadık. Sadece başörtülü kızlar değil, Müslüman erkeklerde hor görüldü ve büyük sıkıntılar yaşadı. Ben sanat ile ilgileniyor olmakla daha az tahribat aldım. Gerici olduğum argümanıyla işime son verildi kaç defa. Bugün kutuplaşmadan bahsedenler bu kutuplaşmayı oluşturanlardı. Kültürel yarığı açan ve büyütenler, hor görenler, aşağılayanlar, hapislerle cezalandıranlar, gözaltılar ve zindanlarla bezdirmeye çalışanlar. Yani hayatımızı zindan ettiler esasında. Bunu sadece resmî kurumlar da değil, özel kurumlarda da yaşadık. Bahsettiğim üniversite devlet üniversitesidir. Okurken ağır mobinglere uğradım.

Kendini savunan, hak arayışını sürdüren, haksızlığa karşı duran, öz saygısını koruyanlar çok daha büyük sıkıntılar yaşadı. Özsaygınızı koruyunca geri adım atmıyor, kaçmıyor, dayatılanı kabul etmiyorsunuz. Direniş gösteriyorsunuz. İlkokuldan, üniversiteye, askerlikten işyerlerine her yerde o mobinglere maruz kaldık. Bütün bunlara direne direne kavgacı, kafa göz yaran manasında söylemiyorum direngen bir kimliğe ulaşıyorsunuz. Bu sizi biraz rahatlatıyor. Bir alanda açıyor. Baş etmeyi öğreniyorsunuz. Her zaman kalkanlarınız hazır. Yumruklarınız sıkılı yaşamayı maalesef zorla da olsa öğrettiler.

Bir kesime karşı ciddi oranda acımasızlığın olduğu dönemlerden geçtik. Vicdan ve merhametten uzak, baktığınızda tamamen nefretle, kinle yaklaşan insanlar vardı. O dönemde veya şu anda da olabilir, sürekli bir kavga içinde, bir direnç gösterme hali içerisinde olan siz kendinizle hiç çatıştınız mı?

Hayatınızı inşa ederken size birtakım paradigmalar sunuluyor. Bu paradigmalar üzerine kuruyorsunuz hayatınızı. Size gösterilen rol modellere, en büyüklere bakıyorsunuz; o en büyükler en büyük değil ve o paradigmalar yıkılmaya başlıyor. Bu yıkıntıların altında kalmamak gerekiyor. Tezatlar içinde kalıyor ve yaşıyorsunuz.

Tezat ne kelime inandığınız her şey çökmeye başlıyor. Akıl sağlığınızı yitirmeniz söz konusu. Bir davanın ferdi olduğunuz için o davanın öteki bireylerinin başına gelenler sizin derdiniz oluyor. Bir Müslüman kardeşiniz zindanlarda işkence altında siz dışardasınız. Hal bu ki, aynı fikirde olduğunuz kardeşiniz işkenceye maruz kalıyor, idam ediliyor. Onun çektiği acı sizin acınız oluyor.

Paradigmalarınız çöküyor ve siz yeniden inşa ediyorsunuz kendinizi. Şöyle düşünemiyorsunuz; bu bana uyuyor, bu uymuyor. Hayır! Bir varoluş kavgası veriyorsunuz.

Yeri geliyor aileniz bile karşınızda oluyor, çünkü sizi anlamıyor. Varoluş kavgası verirken, sizin gibi düşünenler, dostlarınız yanınızda oluyor.

Ama çok zor süreçlerdi. O dönemlerde babam cezaevi süreci gördü. Abim babamın oğlu diye alındı. Anne ve babalar korkuyordu. Korumak amaçlı söyledikleri öğütlerle ters düşüyorlardı maalesef.

Bu anlaşılabilir bir durum. Aynı şeyi devlet yapıyor. İleri çıkarsan kafana tokmak. Onların sunduğu ortama riayet etmek zorundasınız. Sokakta kaç kişi ile yürüyeceğini belirleyen cunta yönetimlerine maruz kaldık. Şahsen, bunların hepsine direndim. Dostlarım bilir. Ruhum buna teslim olmuyordu. Tepkili tavırlar koyuyordum. Bunların hepsi bir varlık savaşı olarak karşı duruştu. Ağır şeylerdi. Unutulur şeyler değil.

Aslında şimdiki halinizin inşasıydı. O zamanlarda feragat edip taviz verseydiniz şimdi ki kendiniz olamazdınız. Peki fevri asi bir tarafınız var ama sanatla törpülenmiş, yumuşatılmış bir tarafınız da var. Bu sanata bir sığınma mıydı? O asi tarafınızı törpüleyecek bir alan mıydı sizin için? Ne zaman başladınız veya fark etiniz sanatsal yönünüzü?

Evet sanatın böyle iyileştirici bir yönü var. Daha usturuplu söylemeyi öğretiyor. Yumuşatıyorsunuz. Kılıfına uyduruyorsunuz işi. Şair kimliğiniz dolayısıyla size bulaşmıyorlar belki de. Ben kendimi tanımlarken İslamcı kimliğimi saklamıyorum. Şiirle tanışmam çok eski. Küçüktüm. Evimizde zengin bir kitaplık vardı. Ağabeylerimden kalan.

Dünya edebiyatından örnekler. Jack London, Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin...

Gerçek bir kitaplıktı. Yerli yazarlarımızda vardı tabi. Sezai Karakoç, Necip Fazıl, Peyami Safa, Sait Faik, Asaf Halet, Yavuz Bülent. İsmet Özel’i ben yetmişli yılların başından beri tanıyorum mesela.

Vasfi Mahir’in bir şiir antolojisinde şiirleri vardı. Benim için yeni bir şair değildi İslami camiada tanınmaya başladığında.

Sanat ile ilgim çocukluk yıllarımda başladı. Resim, şiir, müzik... Hepsi aynı süreçte.

Allah insanları yüksek potansiyel ile yaratmıştır. Allah’ın insanları fıtrat üzere yarattık demesi o potansiyeli ifade eder. Ben de şiir, resim ve müzik olarak neşret etti. Elbette bunun birçok sebebi vardır.

O dönemde tüm çocuklar annem babam beni görsün, bir kere takdir etsin diye uğraşıyordu. O dönemin bütün çocuklarının ortak noktası bu bence.

Belki öyle başladı. İyi resim çiziyor, iyi şiir yazıyor desinler. Tabii işin içine girince rengi değişiyor.

Peki günümüz Türkiye’sinin gençlerini, sağcısını, solcusunu nasıl görüyor ve millilik kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yerlilik, millilik diyorlar. Mesela milli sol. Öyle bir şey olabilir mi? Millilik sağcı bir kavram. Hatta Kurâni bir kavram. Sağcı-solcu demek yerine, bu ülkenin çocukları demeyi tercih ediyorum. Solcuları pek saygıdeğer bulduğumu söyleyemem. Vatanseverlikleri bir takiyedir.

Ülkeyi bir sosyalist blokun peyki yapmaktan öte bir hayalleri olduğunu düşünmüyorum.

Maocular Çinin peyki bir ülke istiyorlardı. Leninistler Sovyet Rusya’nın peyki bir ülke düşlüyorlardı en fazla. O yüzden millilik kavramı biraz üzerinde durmamız gereken bir kavram. Milli olmadı solcular. Milli olanlarla kavga ettiler.

İdeolojilerin vadettikleri dünyayı gerçekleştirecek enerjileri ve derinlikleri olmadığını gördük.

Küreselleşme bütün izmlerin paradigmalarını değiştirdi. Ne solcular sandığımız solcular, ne emperyalistler sandığımız emperyalistler ne de antiemperyalistler sandığımız antiemperyalistler. Tüm paradigmalar değişmiş durumda. Paradigması değişmeyen tek şey İslâm.

Gençlerle ilgili umutlu musunuz? Günümüz gençleri üretim, gelişim, kendini geliştirme, dijital medyayı kullanım açısından baktığımız zaman nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten üreten bir gençlik mi yetişiyor yoksa tüketen bir gençlik mi?

Doksanlı yıllardan bu yana internet diye bir şey ile tanıştık. İnternet çok büyüleyici bir ortam. Beni etkiliyor, büyülüyor. Meraklı bir kişiliğe sahip olduğum için kışkırtıcı ve heyecan verici buluyorum internet dünyasını. Ancak, İnternet tek kutuplu bir dünya olmadığı için tehdit oluşturuyor. Faydalı yanları ile birlikte tehditlerinin de farkında olmalıyız.

Çok merkezli, çok kültürlü bir dünyanın tehditi altında gençlerimiz. Çin’in, Rus’un, İtalya’nın, İngiliz’in, Amerika’nın, Japon’un ürettiği bütün medya elinizin altında.

Düşünce akımları, dünya ölçeğinde fikirler olarak geliyor ve bütün bunlarla yüz yüzesiniz. Bütün bunları öğreniyor olmanız sizi çok kültürlü yapmıyor.

Kültürel daracığınızı zenginleştirmekten bahsetmiyorum. Birbirinden farklı ve taban tabana zıt öğretilerin, inanışların modern dünya dinlerinin, inanışların farklı kültürel kodlarla üretilmiş ürünlerle karşılaşıyoruz. Buna sanat, şiir, resim hatta fikriyatlarda dahil. Çocuklarımız bunlarla karşı karşıya. Peki bu çok kültürlülük (multi culture) bizim gibi millilik şuuruyla, hayatını dinle düzenleyen öte dünyayı hesap eden, iyi insan olmak için insanların hayrına işler üreten, vaktini bile boş geçirmemesi öğütlenen, dünyanın öteki tarafındaki bir garibin derdini dert edinmesi öğretilen bir millete nasıl hitap edecek? Bu büyük tehditin, çoklu kültürün henüz farkına varılmış görülmüyor.

Modern çağın renkli, ışıltılı, baştan çıkarıcı eğlencesiyle hazzıyla, zevkiyle, bu farklı kodların güçlü kültür etkisinden çocuklarımızı korumamız yakın zamanda mümkün görünmüyor. Sıkıntı büyük.

Bahsettiğiniz milliliğin sağlam zeminini oluşturmadan, şaşalı, popüler kültür dünyasının içerisine attığınızda o gencin hali ne olur?

Bu kadar farklı kültürün ürettiği cezbedici bir dünya var ve şu anda çocuklarımız bunlara maruz kalıyor.

Bilgiye hızlı ulaşıyor ama ihtiyacı olan doğru bilgiyi hakikatte nerden edinecek?

Bizim çocuklarımız kültür sahibi oluyor diye sevinemeyiz. Dikkat çekmeye çalıştığım (multi culture) çok kültürlülük mizacı bozan bir durum. Kültürel DNA’ya hasar veriyor. Çocuklarımızın zihni farklı kültür kodları ile üretilmiş bilgilerle inşa oluyor. Bu dünyanın içine atıyoruz çocuklarımızı, gençlerimizi. Orada tam olarak ne olduğunun farkında değiliz henüz. Ne devlet ne de aileler tehlikenin farkında. Çok kültürlülüğünün karşısında duracak kültür üretemiyoruz. Yöntemlerimiz ve enstrümanlarımız yorgun ve eski.

Yetmiş yaşına gelmiş yürüyemeyen, affedersiniz çişini tutamayan adamları üstad gibi, usta gibi gençlerin önüne sunuyorlar hâlâ. Anlattıkları bir şey yok. Bireysel çabalarla üstesinden gelinebilecek gibi değil mesele. Gençlerin karşısına gerçek kültür adamları, gerçek üstat ve ustalar çıkarılmalı. Doğru rol modeller oluşturulmalı. Nerede mızmız, sünepe herif varsa edebiyat, sanat platformu ve muhitlerinde derviş meşrep diye pazarlanıyor. Köylülüklerini dervişlik ayağına kapatmaya çalışan tıkız herifler çoğu. Ağır ol da molla desinler hesabı. Büyük bir enerjiyle silkelemek gerekiyor bu platform ve muhitleri.

Sanatya… Atölyenizde neler yapıyorsunuz, gençlerle aranız nasıl?

Geleneksel sanatlar hariç sanatlar var Sanatya’da. Camiamızın gençleri için, dostlarla bir buluşma ortamı olarak kurduk Sanatyayı. On yıldır buradayız.

Tüm masraflarını tek başına karşılıyoruz Cananla. Kimseden bir beklentimiz olmadan açık tutuyoruz. Belki sadece bir gence hayrımız dokunur. Burada amaç sadece resim yapmak değil. Hayatı paylaşıyoruz aramıza katılanlarla. Gençlere son tahlilde Türk ve Müslüman evlâdı olduklarını unutmamayı öğütlüyorum.

İslam’ın bayraktarlığını ve liderliğini yapmış, bu uğurda şehitler vermiş bir milletiz. Bunu asla unutmamalılar.

Her şeye LÂ çeken, yeni bir ses, yeni bir nefes, yeni fikirler, yeni bir söylemle konuşmamız lâzım gençlere. Nasıl olacak bu?

İşkembesi ve kıçı yağ bağlamış, henüz yaşı otuz beş olmamış, iktidarın nimetlerinden faydalanan mevcut imkanları elinde bulunduran vasat altı müteşairler, yazar bozuntularının söylediği bir şey yok. Mugalatadan öteye geçmiyor kelamları.

Gençlere yeri gelmişken iletmiş olayım.

Buradayım ey gençler! Hangi ağacı sallamak istiyorsanız o ağacı sallamanıza yardımcı olacağımı bilin. Konuşanlar genellikle eşit düzeyde vasat bir dil kullanarak konuşuyor ve ışıltılı kelimeleri yok.

Yeni bir şey söylemiyorlar.

Belli ezberler, şablonlar, klişelerle konuşuyorlar.

Elbette bizim de ezberlerimiz var. O ezberlerimiz naslarımız. O ezberlerimizi hatmedeceğiz, ikrar edeceğiz ve tekrarlayıp duracağız. Ve bu ezberlerin ışığında yeni bir şeyler söyleyeceğiz. Bunun yollarını arayıp bulacağız. Bu gençliğe hâlâ en iyi yazar Dostoyevski’dir demeyi, anlatmayı bırakacağız. Lüzumsuz abartıda hamaset dilini bırakacağız.

Yeni ne yapacağız nasıl yapacağız ona bakacağız.

Gerçekten de öyle sürekli geçmişle övünüp, anlatıp duruyoruz. Yeni anlatacak bir şey yok.

Tenkidat diye çok keyifli, fayda sağlayacak bir çalışmaya başladınız. Tenkidat ismini çok beğendiğimi belirtmeliyim. Kendi adıma teşekkür ediyorum. Faydalı olacağına inanıyorum. Peki neden Tenkidat ve Tenkidat ile neyi amaçlıyorsunuz?

Ülkenin görgü, gelenek, örf ve adetleri değişti. Ensesi kalın, şiş göbekli, konuşurken yarım saat önce yediği yağlı kebabın yağları dudaklarından damlayan adamlar din diyanet anlatıyor.

Anlattıkları din diyanet değil. Kendi pozisyonlarını korumaya yönelik propaganda. Edebiyat, bilim, felsefe, hikaye, şiir, sanattan bahsetmiyorlar. Kendi mevkilerini sürdürme ve korumaya yönelik bütün enstrümanları kullanıyorlar. Hatta Allah’ı Peygamberleri alet ediyorlar dünyevi tamahkârlıklarına.

Sanat, kültür ve edebiyat alanında, bir otorite boşluğu var. Sanat eseri son derece bireysel, bencil duygulardan çıkar ama sanat eserinin de bir gücü olur. Sıra dışılığı, o birikimin tezahürü ile mümkün. Fakat ortalıkta vasatlar var. Vasatların hâkimiyeti var. Hatta vasat altı adamların hâkimiyeti var. Dolayısıyla sanat eseri var demek safdillik olur.

Gençlerin şiirim, yazım yayınlanırsa ben bir rüşt elde etmiş olurum diyebileceği bir dergi yok. Dergi çıkaranlara bakıyorum, nitelikli eserler veremeyen ancak, bu işe gönül vermiş, oradan yürümek, ekmek yemek, itibar görmek isteyenlerin işin başında olduğu dergiler. Yıllar içerisinde belki tecrübi bir niteliğe ulaşıyorlar. Bunu inkâr edemeyiz. Bunların etrafında gruplar oluşuyor. Aralarından ışıltılı gençler çıkaramıyorlar. Çünkü o gençler, onlara tâbi oluyorlar. Özgün olamıyorlar. Bir başı boşluk var ortada. Bu anlamda kargaşa doğuyor. Ortada bir yığın metin var ama nitelikli metin yok malesef.

Basılan dergilerin çoğu satmıyor. Bu içler acısı bir durum. Dünya kadar kitap yayınlanıyor. Çoğunun sahaf değeri yok.

Tenkidat bu kaosa karşı ne yapabiliriz kaygısı sonucu doğdu. Nitelikli bir şeyler çıkaralım. Işıltı taşıyan, gelecek vadedenleri buraya taşıyalım. İnsanlar, gençler buraya bakıp fikir sahibi olsun.

Henüz emekleme aşamasında. İnşallah daha da gelişecek.

Bu bir tenkit platformu. Youtube kanalı kurulacak. Sosyal medya hesapları oluşacak. Aktif yol alacak. Burada her sektörden yazarlar, şairler, ressamlar, oyuncular olacak.

Çok keyifliydi. Çok teşekkür ederim. Konuşulacak çok konu var. Son olarak eklemek istediğiniz bir konu var mı?

Ben teşekkür ederim. Sanatya’da ağırlamaktan mutlu olduk, keyif aldık. İnşallah ben de sizinle bir röportaj yaparım.

Eyvallah Hocam teşekkürler.


RÖPORTAJ / Aynur KARABULUT

Aralık 2020

177 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page