top of page

SAVAŞIN ZULMÜNE KARŞI İSLAMİ AHLAKIN KALKANI!..

  • Yazarın fotoğrafı: Aynur Karabulut
    Aynur Karabulut
  • 23 Tem
  • 8 dakikada okunur
ree

Komutan Harun’un Tanıklığı

Bosna Savaşı (1992-1995), yakın tarihin en trajik ve karmaşık çatışmalarından biri olarak hafızalara kazındı. Bu savaş, yalnızca coğrafi sınırları değil; insan ruhunu, vicdanı ve dayanma gücünü de derinden sarstı. Bosna Hersek'in bağımsızlık mücadelesinde aktif rol üstlenen kahraman komutanlardan biri olan Harun Haciç ile gerçekleştirdiğimiz bu özel söyleşide; savaşın perde arkasındaki gerçekleri, Aliya İzzetbegoviç’in liderliğini, uluslararası toplumun tutumunu ve bu büyük insanlık dramının bugüne uzanan izlerini konuştuk.

Komutan Harun’un tanıklığı, yalnızca bir askerin anlatısı değil; aynı zamanda insanlık onurunun nasıl korunabileceğine dair güçlü, ilham verici bir ders niteliğinde.

Kendinizden biraz bahseder misiniz? Çocukluğunuz, medrese eğitiminiz ve Yugoslavya Halk Ordusu'na katılımınız nasıl gerçekleşti?

1970 yılında Sancak'ta doğdum. Osmanlı döneminden kalan sancak bölgelerinden birinde… Annem, babam, amcalarım hâlâ orada yaşıyor. 15 yaşındayken medrese eğitimi için Bosna'ya geldim. Medrese eğitimimi tamamladıktan sonra memleketime döndüm ve bir yıl imamlık yaptım. Ardından Yugoslavya Halk Ordusu'na katıldım. O dönemde Yugoslavya parçalanmaya başlamıştı. Askerlik zorunluydu; her erkek belli bir yaştan sonra gitmek zorundaydı. Haziran 1991’de askerliğe başladım. Ancak kısa süre sonra Hırvatlar tarafından, yeni askerlerle birlikte bir şehirde tutuklandık. O andan itibaren Bosna Hersek’te mücadele hikâyemiz başladı. O zaman Bosna’da savaş çıkacağının farkındaydım.

ree

Savaşın kaçınılmaz olduğunu nasıl anladınız?

Tarihimize baktığımızda Bosna Hersek hem Batı'nın hem Doğu’nun göz diktiği bir yer olmuştur. Katolik ve Ortodoks bölgeleri, sürekli Bosna’yı bölmek istemiştir. Slovenya ayrıldıktan sonra orada toplanan bütün ağır silahlar Bosna’ya doğru yönlendirilmeye başladı. Tanklar, toplar, zırhlı araçlar… Bunların taşındığını bizzat gördüm. Dolayısıyla savaşın kaçınılmaz olduğunu çok net şekilde biliyorduk.

Boşnak askerler savaşa ne kadar hazırlıklıydı? Aliya İzzetbegoviç' in tutumu nasıldı?

Saldırılar başlamadan önce Boşnak askerlerin bir kısmı Yugoslavya Halk Ordusu’ndan ayrılıp gönüllü olarak kendi ordumuza katıldı. Ancak onlara karşı büyük bir güvensizlik vardı. Tecrübeli asker sayısı azdı, halktan katılan gönüllüler moralli ama deneyimsizdi. Aliya İzzetbegoviç’ in duruşu ise çok netti. Hazırlıklar sürerken komutanlara şöyle seslenmişti:

"Biz tanıdığımız bir düşmanla karşı karşıyayız. Daha önce de halkımıza büyük kötülükler yaptılar. Camilerimizi yaktılar, sivilleri öldürdüler. Ama sizden rica ediyorum, aynı şekilde cevap vermeyin. Emir veriyorum: Bu savaşı ahlakla yürütün."

Bu sözleri, Bosna ordusunun ahlaki çerçevesini belirledi. Biz de intikam almak uğruna o sınırı hiçbir zaman geçmedik. Aliya büyük bir otoriteydi; Boşnaklar, ateistler, farklı halklar... Herkes üzerinde saygı uyandırıyordu.

Savaş ahlakına bu kadar bağlı kalmanızın kaynağı neydi?

Biz Müslümandık. Peygamber Efendimiz ’in tavsiyelerine saygılıydık. Kadınlara, çocuklara, dinî mekânlara zarar vermemek gibi kurallar bizde İslam’dan geliyordu. Savaş boyunca bu prensiplere bağlı kaldık. Sonrasında birçok mahkeme kuruldu ama bunlar yüzünden hiç yargılanmadık. Hukuka uygun savaştığımız ispatlandı.

ree

Savaş nerede başladı? İlk çatışmalar nerede yaşandı?

Hırvat köyü olan Ravne gibi bazı şehirler Nisan ayından önce bombalanmıştı. Ama gerçek anlamda savaş Bijeljina ve Zvornik’ te başladı. Doğu Bosna’daki kötü kader orada şekillendi; Boşnak aileler yok edildi, evler yıkıldı.

Naser Oriç ve Srebrenitsa hakkında birçok farklı görüş var. Siz ne düşünüyorsunuz?

Naser Oriç hakkında anlatılanların çoğu temelsiz. Naser olsa da olmasa da Srebrenitsa’ daki katliam olurdu. Çünkü insanlar Birleşmiş Milletler’ e güvenip silahlarını teslim etmişti. Bazı insanlar Müslüman görünmesine rağmen Boşnakları sevmez ve olayları çarpıtarak anlatır. Olayların büyütülmesinde bu kişilerin etkisi var. Srebrenitsa’ ya saldırı planlıydı. Silahlar toplanmış, güvenlik kaldırılmıştı. Direniş imkânsızdı.

O süreçte siz neler yaşadınız? Birliklerinizi nasıl yönettiniz?

Biz o dönem büyük operasyonlara başlamıştık. Saraybosna kuşatmasını aşmak ve Srebrenitsa' daki Sırp birliklerini başka yöne çekmek için hamleler yaptık. Askerlerimizden bir kısmı yol koridoru açtı. O bölgeye geçtiğimizde helikopterle iniş yaptım, bunun video kaydı da var. O anlardan sonra üç şehit verdik, beş kişi yaralandı. Herkes elinden geleni yaptı. Kimse kendisini düşünmüyordu. Srebrenitsa’ yı kurtarabilmek için çok uğraşıldı ama sonuç alınamadı.

Hiç gözaltına alındınız ya da yaralandınız mı?

Tutuklanmadım, zaten tutuklanamazdım. Ancak 1992'de keskin nişancı tarafından vuruldum. Kurşun kolumdan geçti, sırtıma on beş dikiş atıldı, üstelik anestezi yapılmadan. Aynı yılın aralık ayında Sırp bölgesinde yalnız kaldım. Üç gün, üç gece tamamen yapayalnızdım. Eksi 15–20 derecede ayaklarım dondu. Doktorlar kesmeyi düşünüyordu. Ancak Çin tıbbı uygulayan bir başka doktor kan dolaşımını yeniden başlattı ve ayaklarım kurtuldu. Yine de yıllarca hiçbir şey hissetmedim.

1995'teki büyük operasyonda beş gün boyunca botlarımı hiç çıkarmadım. Otelde zorla çıkardım, kan pıhtılaşmıştı. Türkiye'den gelen Hakan adında bir mücahit, bana cenaze namazı kıldıklarını anlatmıştı. Hatta ailem dört defa ölüm haberimi aldı ama ölemiyordum.

ree

Aliya İzzetbegoviç ile özel bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Koverat 92 Operasyonda ki görevden sağ çıktıktan sonra ilk defa ofisine kabul edildim. Güzel bir konuşmaydı. Hatırlayıp hatırlamayacağından emin değildim ama sonrasında her karşılaşmamızda beni çok iyi tanıdığını anladım. Kendisiyle ilk 1990’da medrese önünde karşılaşmıştım. Hapisten çıkmıştı ve hemen etrafına insanları toplamaya başlamıştı. Kim olduğunu soruyorduk, hapisten çıktığını öğrenmiştik.

1992’de, savaşın başında Begova Camii bombalanmıştı. Cuma namazı için medrese çevresinde kılınıyordu. Son saflardaydım, oturuyordum. Birisi omzuma dokundu. Döndüğümde Aliya’ ydı. “Yer açayım” dedim. “Devam et sen” diyerek geçmek bile istemedi, ayakkabıların üstüne oturmuştu. O an benim için çok özeldi.

1994’te tokalaştığımda “Ben Harun Komutan” dedim. O da “Evet biliyorum, hatırlıyorum” diye karşılık verdi. Gururlandım. Savaştan sonra sık sık görüşmelerimiz oldu. Hem parti için hem devletin yeniden inşası için birlikte çalıştık.

Dayton Anlaşması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dayton imzalanmadan önce Yedinci Müslüman Tugayı’ndaydım. Aliya, biz komutanlarla istişare ediyordu. Bana göre anlaşma doğru karardı. Ordumuz çok büyük kayıplar verdi; 37 bin genç hayatını kaybetti. Yıpranmıştık.

Tünel kazılmıştı, Aliya toplantılara o tünelden gidiyordu. O sırada elimizde sadece Bosna’nın yüzde 30’u vardı. Planlara göre topraklar üçe bölünecekti. 1995'te güçlendik çünkü ABD, bazı Sırp bölgelerini bombalayarak bize avantaj sağladı. Karadan ilerleyip bazı bölgeleri geri aldık. Ama nihayetinde NATO’nun belirlediği sınırlar oluştu.

Bizi çoğunluk yapmamak için yüzdeler kasıtlı olarak sınırda tutuldu. 2013’te yapılan nüfus sayımında yüzde 50’yi geçtik. Bu Avrupa için alarm oldu. 2023’te sayım yapılmadı ama benim tahminim Boşnak nüfus oranı şu an yüzde 56. Gelecek bizim. Sırplar ve Hırvatlar göç ediyor. Sadece göç eden Boşnaklar geri dönse, tablo tamamen değişir. Örneğin, Srebrenitsa’ daki okul çocuklarının yüzde 80’i şu an Boşnak.

Boşnak gençlerin de Avrupa’ya göç ettiği doğru mu?

Evet, doğru. Fakat oran olarak Sırplar Sırbistan’a, Hırvatlar Hırvatistan ve Avrupa’ya göç ediyor. Boşnaklar sadece Avrupa’ya yöneliyor. Ama okullar ve üniversiteler hâlâ dolu. Nüfus azalmış olabilir ama diğer gruplar bizden iki kat daha hızlı azalıyor. Son on yılda Sırp bölgelerinde öğrenci olmadığı için yüz okul kapanmış durumda. 

Bölgede tekrar çatışma çıkabilir mi?

Eğer bizden korkmazlarsa evet, olabilir. Bu nedenle hazırlıklıyız. Gençlerimiz bilinçli. Marš Mira yürüyüşlerine katılanların yüzde 70’i gençlerden oluşuyor. Yurt dışından gelen gençlerimiz var. Geçen cuma Almanya’daydım. Dodik, anayasa konusunda sorunlar çıkarıyordu. Gençler bana “Savunacak mısınız?” demedi. “Uçağa binelim mi, gelelim mi?” diye sordular. Bilinç budur.

Türkiye’ye de güveniyoruz. Türkiye’nin Bosna’da askeri üs kurması gerektiğini düşünüyorum. Kosova’da olabilir ama Bosna’da olması daha anlamlı olur. Herkes Türkiye’nin Bosna’da olmak zorunda olduğunu biliyor.

ree

Boşnak ve Türk gençlere bu konularla ilgili ne gibi tavsiyeleriniz olur?

Gençlerimizin öncelikle eğitimli olması gerekiyor. Balkanlar’da en az eğitimli toplum biziz. Bir halkın uzmanları yoksa geleceği de olmaz. Gençlerin devlete ve kamu kurumlarına daha saygılı, daha empatik olması lazım.

Bir diğer problemimiz ise bayrak meselesi. Bizim bayrak sevgimiz ikiye bölünmüş durumda. Birincisi, altı zambaklı savaş bayrağımız. Bu, şehitlerimizin kanını temsil eder ama tanınmıyor. İkincisi, halkın “icar” dediği savaş döneminde gönderilen, halkın pek sevmediği konserve! Türkiye’de bu sorun yok, bir bayrak var. Bizim bayrağımız bölündüğü için ortak bir bilinç oluşmuyor. Ama en büyük sorun, konuşma özgürlüğü. Gençlere hep söylüyorum: Korkmadan konuşun. Açık, net ve doğru olun. Sessizlik bizi öldürür. Cesur olun.

ree

Eşiniz Nazlıhan Hanım ile hikâyeniz nasıl başladı?

Türkleri çok seviyorum. Eşim de Türk. Belçika’da bir arkadaşım Ramazan programı ayarlıyordu. Programa gitmeden önce “Kim davet etti?” diye sordum. “Nazlıhan Hanım” dedi. “Evli değil ama hiç şansın yok” dedi ek olarak. Ben de “Bana hiç şansın yok deme” dedim.

Programa gittiğimde Nazlıhan Hanım’ı ilk gördüm ve arkadaşıma dönüp “Şansım yok demiştin, şimdi izle neler olacak” dedim. Dört-beş gün sonra Bosna’ya geldiğimde tekrar buluştuk, yemek yedik. Bana, beni daha önce tünelde gördüğünü söyledi. O zaman kendisine kitabımı hediye ettim. Daha sonra “Allah’ım, bana böyle bir eş nasip et” diye dua ettiğini söyledi. Bunu evlenince itiraf etti.

Nazlıhan Hanım devreye giriyor:

Aslında burada bir düzeltme yapmalıyım. On beş yıldır dua ediyordum. “Eğer bir gün evlenirsem, Boşnak, gazi ya da komutan biriyle evlenmek istiyorum” diye. Bu evlilik benim duamın kabulü oldu. Tesadüf değil. Dua ettim ama bunun için çabaladım da. Farklı kültürden insanlarız, aynı dili konuşmuyoruz.

Bosna’ya geldiğim bir gün Belçika’ya dönmem gerekiyordu. Yasal olarak çocuğu belirlenen tarihte babasına teslim etmem gerekiyordu ama ne otobüs ne uçakta yer bulabildim. Bosna’da adeta kapalı kaldım. O sırada Harun, “Ben seni götürürüm” dedi. Gerçek bir kahramanlık yaptı. Beni arabayla Belçika’ya götürdü. Yol boyunca çok keyifli zaman geçirdik. İnsanlar yolculukta tanınır, ben de onu o yolculukta tanıdım. Geri dönüş yolunda sabah evlenme teklif etti, gece evliydik. Üç yıldır evliyiz.

İngilizce öğrenmek zorunda kaldı, ben Boşnakça. Sözlü bir iletişimimiz neredeyse yoktu ama hâl ve kalp diliyle birbirimizi anladık. Biz bu özel dili "Harna" olarak adlandırıyoruz: Harun–Nazlıhan dili. Zor ama çok güzel bir iletişimimiz var.

Evliliğinizde birbirinizin hangi eksikliklerini tamamladınız?

Komutan Harun: Ben güç kazandım. O benim generalim. Çalışma düzenim daha disiplinli oldu. İnsanlar beni daha ciddiye almaya başladı. Her insanın içinde birine sahip çıkma arzusu vardır. Ben bunu zorunluluktan değil, keyifle yapıyorum. Nazlıhan’ı güldürdüğümde ben de mutlu oluyorum.

Nazlıhan Hanım: Dualarımın kabul olduğunu görüyorum. Bosna Savaşı sırasında babam Avrupa Türk İslam Derneği Başkanıydı, annem de öyle. Savaş zamanında Belçika’ya sığınabilen Bosnalılar bizim evimizde kaldı. Ben dokuz yaşındaydım. O ortamda büyüdüm.

Babam, Diyanet takviminden bir Mostar Köprüsü resmi kesip başucuma asmıştı. Hep “Oraya bir gün gidebilir miyim?” diye bakardım. Bu sevda küçüklükten başladı. 20-25 yıldır Bosna’ya gelip gidiyorum. Hayatımda ne değişti? Yunus Emre’nin dediği gibi: “Bir ben var, benden içeri.” Harun, içimdeki beni çıkardı. Ne kadar “general” dese de bana kadın olduğumu hissettirdi. İlk kez asker potinlerimi çıkarıp kadın oldum.

ree

Benim için imzalanan kitaba düşülen anlamlı bir cümle... "Hayat sana zor geldiğinde, oku ki gör; her zaman daha zoru vardır."

Kitap fikri nasıl ortaya çıktı?

Paris’te imamlık yaparken bir web sitesinde Bosna Savaşı hakkında yanlış bilgiler paylaşan biriyle karşılaştım. Cevap olarak bir yazı kaleme aldım. Yazı çok beğenildi. Ardından sorular gelmeye başladı.

Bir gün, 12 yaşındayken Hırvat kampında kalan bir kadın ortaya çıktı. “Ben kampta yaşadıklarımı yazayım, sen de savaş hikâyelerini yaz” dedi. Bir gün o, bir gün ben yazıyorduk. Böylece 40 hikâye ortaya çıktı.

İlk hikâyelerin her birinde bir mesaj var. Web sitesi zamanla çok okunan bir platforma dönüştü. Paris’ten ayrıldım, iki yıl ara verdim ama insanlar yazmam için ısrar etti. Sonunda devam ettim.

Bosna’da insanlar çok kitap okumaz ama bu kitap çok sattı. 2018’den bu yana Boşnakça, İngilizce ve Türkçe olarak 33 binin üzerinde satış yaptı. Bosna’da en çok okunan kitap oldu.

İkinci kitabımda ise 33 asker dostumun hikâyesini anlattım. Bu da çok başarılı oldu. Türkiye’den savaşa katılan bir mücahit önsözünü yazdı. Kitap Türkçeye çevrildi ama henüz basılmadı. Türkiye’de bir yayınevi bulursam çok daha fazla insana ulaşırım. İki kitap daha yazmak istiyorum. 33 + 33 + 33 = 99 hikâye ile Allah’ın 99 ismine karşılık gelen bir yapı kurmak istiyorum. Fazla tanınmak hoşuma gitmiyor, özel alanımı kısıtlıyor ama artık çok geç.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Benim için önemli olan, bu röportajın bir hatıra olarak kalması değil; gençlere bir yol göstermesi. Biz bir halk olarak çok çile çektik. Savaşın ne olduğunu, barışın neye mal olduğunu biliyoruz. En büyük düşman unutkanlıktır. Gençlerimize sesleniyorum: Geçmişinizi öğrenin, onurunuzu kaybetmeyin, inancınızı koruyun. Savaşta sadece kurşunlar değil, fikirler ve ahlak da mücadele eder. Biz savaşırken bile insan kalmayı başardık. O yüzden bu söyleşiyi okuyan herkes bilsin ki Bosna’nın geleceği gençlerin vicdanında şekillenecek.

İkinci olarak Türkiye’ye ve Türk halkına da teşekkür etmek istiyorum. Bizim yanımızda oldunuz, evlerinizi açtınız, dualarınızla destek verdiniz. Bu gönül köprüsünün daha da güçlenmesi gerekiyor. Sizin huzurunuz, bizim huzurumuzdur. Bizim barışımız, sizin barışınızdır.

Vakit ayırdığınız ve yüreğinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim.

ree

Bu söyleşi boyunca yalnızca bir savaşın değil, aynı zamanda bir direnişin, bir inancın, bir ahlakın ve iki yüreğin hikâyesini dinledik. Sözün ağırlığını taşıyan her cümle, gelecek nesiller için bir emanet niteliğinde. Komutan Harun’un tanıklığı, sadece tarihî değil, aynı zamanda ahlaki bir ders olarak yerini aldığına inanıyorum.

Bu söyleşinin gerçekleşmesine öncülük eden sevgili Nazlıhan Günaydın’a, tercüme desteği için sevgili İndira Baručija Özçoban’ a ve kırmadığı, tüm sorularımızı samimiyetle cevaplama nezaketi gösterdiği için Komutan Harun’a çok teşekkür ederim.

ree

Okunması Gereken Bir Tanıklık: Temiz Bosna Toprağında Secde

Yazan: Komutan Harun Hociç

Savaşın sadece silahla değil, imanla da verildiği topraklardan süzülen gerçek öyküler… Komutan Harun Hociç ’in kaleminden çıkan “Temiz Bosna Toprağında Secde”, Bosna Savaşı’nın bilinmeyen yüzünü, cephede yaşanan direnişi, insanın imanla nasıl dik durduğunu ve kardeşlik bağlarının nelere kadir olduğunu anlatan sarsıcı bir tanıklık kitabı.

Yazarın hem kendi yaşadıkları hem de mücadele arkadaşlarının unutulmaz hikâyeleriyle ördüğü bu eser; savaşın ortasında bile ahlaktan ödün vermeyen bir milletin, sabırla yoğrulmuş bir halkın ve dualarla örülü bir direnişin kitabı. Her sayfa, bir secdeye dönüşüyor; her cümle, bir annenin duasına, bir çocuğun gözyaşına, bir askerin son nefesine temas ediyor.

Bugüne kadar Bosna Hersek’te en çok okunan eserlerden biri olan bu kitap, sadece bir savaş anlatısı değil, aynı zamanda insan kalabilmenin, affedebilmenin ve vakarla direnebilmenin rehberi.

Savaşın gölgesinde bile secde edenlerin izini sürmek isteyen herkes için…


Röportaj: Aynur KARABULUT

Bosna Hersek / Moriçahan

Temmuz 2025

 

 
 
 

Yorumlar


                                                          © 2018 Fikrini Söyle

bottom of page