Aynur Karabulut
BİR YÜRÜYÜŞ HİKAYESİ... MEHMET ALİ ASLAN
Güncelleme tarihi: 8 Eyl 2018
Grup Yürüyüş Solisti Mehmet Ali Aslan:
“Yaptığımız müzikle mazlumların feryadına, direnenlerin mücadelesine ses vermeye çalışıyoruz.”
Hakikaten sanat dünyasının riskler barındırdığını kabul etmek lazım. Sahneye çıkıyorsunuz ve birileri sürekli sizi alkışlıyor, beğeniyor. Başınızı döndürmek için müsait bir ortam var. O yüzden sanat işleri ile meşgul olanların gerçekten sağlam bir kişiliğe, inanca sahip olması ve mütevazılığı asla elden bırakmaması gerekiyor. Çünkü sanatın şeytanı çok olur.
Biz de bu vesileyle popüler kültürün, yozlaşmanın idealize edildiği sanat camiasında çizgisini bozmadan, her daim daha da gelişerek yoluna devam eden Grup Yürüyüş’ün kurucularından Mehmet Ali Aslan ile ilk günden beri değişmeyen müzik tarzları, Suriye cihadı, sanatın handikapları gibi birçok konuyu konuştuk.

Sizi tanıyabilir miyiz? Grubunuz nasıl oluştu? Grup Yürüyüş ismine nasıl karar verdiniz?
Mehmet Ali Aslan 1980 Hatay / İskenderun doğumluyum. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi olarak İstanbul’a geldim. 28 Şubat sürecinin yaşandığı ve başörtüsü eylemlerinin yaygın olarak yapıldığı dönemlerdi. Bu eylemlerde aktif bir şekilde yer aldım ve bazen topluluğun eşliğiyle direniş marşları seslendirdim.
Süreç içerisinde üniversiteden arkadaşların da yönlendirmesi ile bir gitar edindim. Böylece müzik yolculuğum başlamış oldu. 2002’de Amerika'nın Irak'a yönelik müdahalesi gündemdeydi. >Tüm dünyada ‘Emperyalist Savaşa Hayır’ etkinlikleri yapılıyordu. Türkiye'de de konuyla ilgili çeşitli platformlar oluşturuldu ve kitlesel eylemler/mitingler yapıldı. Gerek ABD karşıtı etkinlikler gerek İsrail’e yönelik tepkiler gerekse de 28 Şubat sürecine dair yapılan protestolarda zaman zaman gitar eşliğinde ezgiler ve marşlar seslendirerek başlayan yürüyüş, kolektif bir çabanın verimliliğine olan inançla bir müzik grubu kurma fikrine götürdü bizi. 4 arkadaş oluşturduğumuz mütevazı ekibimiz, 2004 yılında “Grup Yürüyüş” adıyla çalışmalarına başladı.
Grup Arkadaşlarınızla nasıl tanıştınız?
Bazı arkadaşlarla aynı evde kalıyorduk. Dolayısıyla bir tanışıklığımız vardı zaten. Kendi çapımızda amatör düzeyde müzikle ilgiliydik. Gönüllü olarak katıldığımız Özgür-Der çatısı altındaki etkinliklerde de bir araya geliyorduk. Hatta bu dönemde bazı sahnelerimiz olmuş ve ismimiz de olmadığı için “Özgür-Der Müzik Grubu” olarak anılmaya başlamıştık. Sahnelerimiz sıklaşınca amatör bir görünümden sıyrılmaya karar verip Grup Yürüyüş olarak kendimizi duyurduk.

Neden Yürüyüş?
Bahsettiğim süreçte sıklıkla yapılan eylemler, yürüyüşler, mitingler vs. etkinliklerde sahne alarak bu işe başlamamız ismimizde etkili oldu sanırım. Yürüyüşlerde marşlar söylüyorduk, meydanlarda doğduk; dolayısıyla bizi iyi ifade ettiğini düşünerek YÜRÜYÜŞ isminde karar kıldık. Uzun bir yolculuk, bir yol hikâyesi bizimkisi. Ne bir acelecilik söz konusu ne de bir durağanlık. Kararında her daim var olmayı ifade etmesi de bu isme tutunmamıza sebep olmuştur.
Toplumsal meselelerin eserleriniz üzerindeki etkisi nedir? Eserlerinizde nasıl bir toplumsal etki oluşturmayı amaçlıyorsunuz? Sokak, özgürlük, mazlumların dertleri gibi birçok konuyu işliyorsunuz. Bunları yaparken neyi hedefliyorsunuz?
Yürüyüş ismini koyarken bizim bir duruşumuz, kaygımız, derdimiz söz konusuydu. Kendimizi Müslüman olarak tanımlıyor ve yaptığımız her şeyi bu bağlamda İslam ve Müslümanlıkla irtibatını sağlamaya çalışıyoruz. Hayat tarzımız gibi yaptığımız müzik de kimliğimize uygun olmalı diye düşünüyoruz. Müslüman olmanın ve İslami bir kimliğe sahip olmanın gereği, toplumsal hadiselere kayıtsız kalmamak, toplumsal meselelere dair şahitlik görevini yerine getirmektir. Böyle bir misyonu var Müslüman kimliğinin. Biz de Müslüman bir müzik grubu olarak çevremizde olup biten ve hatta bizzat içinde bulunduğumuz toplumsal süreçlere kayıtsız kalamayız. Bunu kesinlikle sanatımıza, müziğimize yansıtmak durumundayız. Bu bir sorumluluk. Çünkü sanatın da belli bir misyon içerdiğini düşünüyoruz. Acılarımızı, dertlerimizi, sevinçlerimizi her anlamıyla müzik aracılığı ile insanlara iletebilir; gündemlerimize dair farkındalık oluşturabiliriz.
Müziğimizin amacı hayatımızın amacından bağımsız değil. Sanat üretiminde gerçeğimizi, hayatımızı önemsiyoruz. Kudüs'le yatıp Kudüs’le kalkıyorsunuz veya Suriye’de yaşananlar sürekli gündeminizde ama yaptığınız müziğin, sanatın bunlara hiç teğet bile geçmediğini düşünün. Dünyanızla, duygularınızla alakası olmayan bir müzik yaptığınızı düşünün; bu çok anlamsız olurdu gerçekten. Biz de neyin çabası, neyin mücadelesi içerisindeysek müziğimizle de bunu anlatmaya çalışıyoruz. Yaptığımız müzikle mazlumların feryadına, direnenlerin mücadelesine ses vermeye çalışıyoruz.

Marşların meydandaki direnişe meraklı, özgürlük için mücadele veren insanların üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Konserlerinizden çıkarken neredeyse cihada gidecek bir duygu oluşuyor. Tam olarak yapmaya çalıştığınız bu farkındalığı oluşturmak mı?
Müziğe yüklediğimiz bir misyon var elbet. Müzik motive edebilir, insanı bir tür olumsuz düşüncelerden arındırabilir, hakka ve hakikate, mücadeleye, direnişe, varlık mücadelesi göstermeye hatta bazen bir hayır işlemek için koşturmaya kanalize edebilir. Çünkü direkt duygulara, kalbe dokunan bir özelliği var. İnsan güzel olana meyillidir. Elbette müzik her şeydir, olmaz olmazdır demek mümkün değil. Hatta olmasa da olur diyebiliriz. Fakat bahsettiğimiz türde işlevlerinin olduğu yadsınamaz. Bu anlamda çok fazla geri dönüş aldık. Müziğimizi dinleyip, konserimize katılıp hayırlı çalışmalarda bulunanlar veya İslami mücadeleye aktif olarak katılanlar, çocuklarının İslam’a ilgisi konusunda olumlu etkisi olduğunu söyleyenler vs. Bu olumlu dönüşlerle yaptığımız işin bir karşılığı olduğunu görmek de bizi motive ediyor ve buna devam etmemiz gerektiği konusunda bir işaret veriyor. Bazen müzikle bir şeyi anlatmanın çok daha etkili olduğunu düşünüyoruz.

Eserlerini yazarken gündemdeki konulara bir tepki ya da bir destek şeklinde tavır sergiliyorsunuz. Bu duruşunuz ilk çıktığınızdan beri var mıydı? Yoksa bir olayın tepkisel tezahürü sonucu mu oluştu?
Toplumsal meselelere duyarlılık mevzunu çokça önemsiyoruz. İslami mücadeleyi merkeze alan bir kimliğimiz ve bir çizgimiz var. İlk günden beri çizgimizi koruyoruz (inşallah). Zaten bu amaçla yola çıkmıştık ve bu amaçla devam ediyoruz. Bugün itibariyle de sanırım çizgimizden şaşmış değiliz. Teknik/biçim itibariyle bazı farklı deneyimlerimiz oluyor ama içerik olarak çizgimizi koruyoruz. Dün Irak, Afganistan, başörtüsü diyorduk, bugün Suriye, Kudüs, mülteciler diyoruz. Bu çizgimizi muhafaza etmek istiyoruz. Rabbimiz bu konuda cümlemizin yardımcısı olsun, ayaklarımızı sabit kılsın.
Grup Yürüyüş olarak bir birikim ve bilgi oluştu denebilir. Bu bilgi ve birikimi gelecek nesillere aktarmak adına Grup Yürüyüş müzik atölyesi veya bir akademi düşünüyor musunuz?
Bu konu zaman zaman gündemimize geliyor. Çok kolay değil tabi ama en azından proje olarak dosyamızda var. Yürüyüş adıyla olmasa bile Yürüyüş’ün müzikal duruşunun belirleyici olduğu, bu yönde çalışmaların yapıldığı, derlenip toparlandığı, Müslüman müzisyenlerin yetiştirildiği bir müzik atölyesi, müzik merkezi düşüncesini hayata geçirmek isteriz. Fakat uzun erimli bir proje bu.

Yaptığınız çalışmalarınızda Suriye’ye olan desteğinizi ilk günden beri gördük. Suriye sizin için neden bu kadar önemli? Suriye savaşı hakkında ne düşünüyorsunuz?
On yıllar boyunca Ortadoğu'da emperyalizme, Siyonizm’e uşaklık yapan diktatörlerin baskı ve zulümleri nedeniyle Müslüman halklar varlık göstermede zorlanıyorlardı. Adına “Arap Baharı” denilen Ortadoğu intifadasını biz gerçekten çok önemsedik. Çünkü yıllardır böyle bir başkaldırının özlemi içindeydik.
Bu süreç Suriye'de de başlayınca tabi ki heyecanlandık. Suriye'de yıllardır devam eden bir despotizm var. 3-4 insanın bile bir araya gelemediği, hiçbir örgütlenmeye, hak arama mücadelesine müsaade edilmeyen bir yer. Suriye'nin özgürlüğü Ortadoğu'daki değişim açısından da önemliydi. İlk başladığı günden beri eylemlere, mücadeleye, sonrasında silahlı direnişe evrilme sürecine tam destek verdik. Hem çok yetersiz de olsa konu meydanlara her taşındığında yanlarında yer aldık hem de müziğimize yansıtarak sesleri olmaya çalıştık. Ki üçüncü albümümüz Hurriyya albümüne Suriye kıyamı damgasını vurdu ve bu kıyamı albüm kapağına taşıyan bir müzik grubu olduk.
Nihayetinde Allah bizi kardeş kıldı. Ulusal sınırları, engelleri, barikatları hükümsüz kılan bir kardeşlik bu. Allah rasulü buyuruyor ki: “Müminler bir vücuda benzerler bu vücudun bir azası rahatsızlandığında diğer bütün azaları da onun acısını, ıstırabını hissederler.” Bu bilinci savunuyoruz. Dünyanın en uzak yerinde dahi olsa bir Müslümanın canı yandığında bizim de canımız yanar. Aramızda itikadi bir bağ var. Bu kardeşlik bağıdır bizi harekete geçiren temel unsur. Suriye meselesine de böyle yaklaştık. Diğer İslam coğrafyasında Müslümanların yaşadıkları acılara, zulümlere ve sorunlara yaklaştığımız gibi. Çıplak ayaklarıyla bombardımandan kaçmış bir halk var, arkalarında sevdiklerinin ölülerini bırakıp gelmişler, bu kadar çaresiz bir şekilde bize sığınmışlar ölmemek için, yaşayabilmek için. Bu duruma sırt dönmek Müslümanlığa sığmaz. Üstelik muazzam bir örneğimiz var. Mekke'den hicret etmek zorunda kalan Müslümanlar Medine'de mükemmel bir şekilde karşılandılar ve Rabbimiz bu Ensar-Muhacir kardeşliğini Kitab-ı Kerim'de övdü. Medineli Müslümanlar büyük bir kardeşlik gösterdiler neredeyse her şeylerini paylaştılar. Allah Resulü’nü örnek olarak gören herkes bu müthiş örnekliği diri tutmalı, benzerini inşa etmeyi kendine görev bilmeli.

Müslümanların sanatla arası nasıl olmalı? Müslümanların sanatla olan mesafesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanatsal çalışmaların gerektiği kadar sahiplenildiğini düşünmemekle birlikte bunun çeşitli nedenleri olduğunu kabul etmek gerektiğini söylemek isterim. “Neden biz sanattan uzak kaldık?” hayıflanmasına dair kendi içimizde elbette bir sorgulama yapalım, özeleştiri verelim. Bununla birlikte Kemalist rejimin baskılarının uzunca bir süre nefes almamızı dahi engellediği gerçeğini aklımızdan çıkarmayalım. Varoluşumuza dair dahi zorluklar yaşadığımız, en temel insani haklarımızın gasp edildiği, ibadet mekânlarımızı bile özgürce kullanamadığımız bir yakın geçmişimiz var bizim. Bütün tarihî ve kültürel birikimimiz ile olan iletişimimizin, irtibatımızın koparıldığı bir gerçeğimiz...
Tabi ki iğnenin bize batan tarafı da var. Sahih din anlayışından ve maruf gelenekten uzaklaştık. Hurafe kültürü bizi kuşattı. Bahsettiğim dış baskılarla birlikte kendimize ördüğümüz iç barikatlar sebebiyle belki bu alanda yeterli varlık gösteremedik. Ancak Müslümanlar artık yavaş yavaş birçok konuda bence güzel çalışmalara imza atıyorlar. Birçok yerde yeni ve desteklenen çalışmalar var. Fakat henüz yeni olduğu için ciddi bir birikim oluşmuş değil ama oluşacağını düşünüyoruz. Özellikle sanat merkezlerini ve konservatuarları maruf örfe uygun hale getirmek gerekiyor. Örneğin müziğin ABC’sini, kitabını öğreneceğiniz yerler konservatuarlar fakat buralar Kemalist, sol ve seküler zihniyete sahip kişilerin elinde, denetiminde ve yönetiminde ve Müslümanların burada varlık gösterebilmesi çok kolay değil.
8. İstanbul Ensarları hakkında neler düşünüyorsunuz? Eleştiri ve fikirlerinizi alabilir miyiz?
İstanbul Ensarlarının kuruluş hikâyesini biliyorum, gerçekten çok heyecan verici bir oluşum. Çalışmalarını takip ediyoruz. Nerede bir ihtiyaç sahibi ve mazlum var haberi alındı ise orada İstanbul Ensarları hemen bitiyor. Bu gurur verici örneklik, iftihar ediyoruz. İstanbul Ensarlarının çabalarını görünce benim aklıma hep Bakara suresinin 261. ayeti geliyor: “Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın Lütfü geniştir, O her şeyi bilendir.”
Müthiş bir bereket örneğidir bu ayet. Paylaştıkça çoğalan bir şeyin örneği. Muhacirlere yönelik yapılan her tür yardım çalışmalarını önemsediğimizi belirtmek isterim.
Sizce özgürlük nedir?
Özgürlük herkesin inancını, düşüncesini yaşayabileceği, kimsenin bundan ötürü baskıya maruz kalmayacağı bir ortam/süreç/durum olarak tanımlamak mümkün elbet ama bir Müslüman olarak özelde özgürlüğü tevhid ve adalet ekseninde bir varoluş olarak görüyorum. Rabbe yürüyüş, Rabbe teslimiyet, İslam'a teslimiyet olarak tanımlıyorum. Belki bir çelişki olarak görülebilir özgürlük ve teslimiyeti yan yana irdelemek ama Müslümanlar olarak böyle düşünmüyoruz çünkü bütün kâinatı var eden bir Rabbe yönelişten, teslimiyetten bahsediyoruz. Böyle teslim olunca kâinatın yaratıcısına, başka hiçbir şeye kulluk edemezsiniz. Kul ne bir zalime ne de nefsine boyun eğer. Kısacası dünyevi anlamda herhangi bir şeye boyun eğmez ve böylece özgürleşir.
Özgürlüğü sanatla nasıl bağdaştırabiliriz?
Sanattaki özgürlüğe gelince; koşulsuz ve sınırsız bir özgürlüğü savunmuyoruz. Muhakkak toplumun örfünü, inancını, ahlakını, düşüncelerini ve gerçeklerini dikkate alan bir sanat taraftarıyız. Toplumsal yaşantıyı da önemsediğimiz için ‘Sanatta her şey mümkündür.’ şeklinde yaklaşımın bizim savunduğumuz şekilde bir özgürlük tanımına uyacağını düşünmüyoruz. Bir anlamda vicdan ve merhamet adına güzeli inşa edebilme iradesini kuşanmaktır özgürlük.
Müzik piyasası bir ideal uğruna yola çıkmış sanatçıları şöhret namına kaybetmemize mi sebep oluyor? Yoksa bu kişilerin zaten asıl gayesi idealizm değil de bir ideali kullanmak mıdır? Şöhret olmanın getirdiği handikaplar nelerdir?
Şöhret olmanın, isim yapmanın bazı handikaplarının olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. Bazen samimiyetle başlıyorsunuz ama daha sonra o şöhretin getirdiği ilgi, alaka, tanınma cazibesi insanı dönüştürebiliyor. Hal böyle olunca yavaş yavaş bazı kaygılardan uzaklaşabiliyorsunuz. Mesela; artık sosyal, toplumsal duyarlılıklar değil de kişisel anlamda insanların kalbinde, medyada isim yapmak, meşhur olmak gibi kaygılar sizi kuşatmaya başlar. Hakikaten bu alandaki riskleri kabul etmek lazım. Kibir, ucub, haset gibi olumsuz özelliklerin sizi kuşatması mümkün. Sahneye çıkıyorsunuz ve birileri sürekli sizi alkışlıyor, beğeniyor başınızı döndürmek için müsait bir ortam var. O yüzden sanat işleri ile meşgul olanlar sağlam bir kişiliğe, inanca sahip olmalı, mütevazılığı da asla elden bırakmamalıdırlar. Belki de geleneğimizde müziğin dışlanması ya da en azından müzikle mesafeli olunmasının nedenlerinden bir tanesi de bu haklı kaygı olabilir diye düşünüyorum.

Yola çıkarken planladıklarınızdan yaptıklarınız ve yapamadıklarınız nelerdir? Arkanıza baktığınızda kendinizi huzurlu, önünüze baktığınızda umutlu hissediyor musunuz? Grup Yürüyüş’ün gelecek planlaması nedir?
Yapmak isteyip yapamadığımız, eksik bıraktığımız birçok şey var. Bir akademi merkezi açma planlamamız hep vardı henüz onu gerçekleştiremedik ve kısa zaman içinde de zor görünüyor. Şu anda bir albüm çalışması içerisindeyiz ve yakın zamanda kayıtlara başlayabiliriz. Grup Yürüyüş’ün oluşturduğu imajdan ötürü huzurluyuz, mutluyuz diyebilirim.
Gençlerden sorular
Şimdide sizinle röportaj yapacağımızı öğrenen genç arkadaşlarımızın sorduğu klasik sorulara geçiyoruz.
Mesleki açıdan küçükken ne olmak isterdiniz?
Dolmuş şoförü olmak isterdim. J
Hayatınıza dokunan en çok sevdiğiniz kitap veya kitaplar hangileridir
Yoldaki İşaretler / Seyyid Kutub
Sanat hayatınızda unutamadığınız bir anınız var mı?
Konserden sonra genç bir kardeşimiz gelip selam vererek şöyle demişti: “Ben sizin eserlerinizi dinleyerek örtündüm. Allah razı olsun.” Unutamadığım güzel anılardan bir tanesidir.
Son olarak neler eklemek istersiniz, gençlere tavsiyeleriniz var mı?
Ümmet olmak gerçekten güzel ve iftihar etmemiz gereken bir olgu. Dünyanın öbür ucunda da olsa bir insanın acısını, sevincini hissetmek, yaşamak, mutluluğunu paylaşmak, derdiyle hüzünlenmek gerçekten eşsiz bir duygudur. Müslümanlardan olmak, Müslümanlarla olmak, hikâyelerimize sahip çıkmak, hikâyelerimizi çoğaltmak ajandamızın en başında olmalı. Merhameti ve adaleti elden bırakmamalı, müminlerle birlikte vahyin aydınlığında yeni bir dünya inşa etmek için her daim yürümeliyiz.
RÖPORTAJ / AYNUR KARABULUT
İSTANBUL ENSARLARI DERGİSİ NİSAN 2018