top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAynur Karabulut

ÇOCUKLUK HAYALİM, KUTSAL SEVDAM KUDÜS / 2

Ecdadın izlerinin peşinden!..

“Zamanı geldiğinde Kudüs seni çağırır, davet eder” sözüne tüm kalbimle inanıyordum. Yolculuğumu planlamaya karar verdiğimde Kudüs’ü görme isteği içimden taşıyor rüyalarıma giriyordu. Hiçbir yere sığamıyordum.

Kudüs’e gitmenin kısmet olduğunu yolculuğumuzu planlarken daha net bir şekilde deneyimledim. Gitmeye karar verdiğimizde kalabalık bir gruptuk. Birçok genç arkadaşımız çeşitli sebeplerle iptal etmek zorunda kaldı. Vize işlemlerini başlattığımız aşamaya gelene kadar sadece dört arkadaş kaldık. İki arkadaşımız ülkemizde yaşadığımız deprem dolayısıyla vizeleri onaylandığı biletlemeleri yapıldığı halde maalesef iptal etmek zorunda kaldı. Zeynep’le ikimiz yola çıkabilmiştik.

Kudüs’ e varmak hep niyetinizde olsun, o niyeti kalbinizden hiç çıkarmayın, niyetinizde halis ve kararlıysanız emin olun vazgeçmediğiniz sürece eninde sonunda Kudüs sizi çağıracaktır.

DÜNYANIN EN ESKİ YERLEŞİM MERKEZLERİNDEN KABUL EDİLEN TEL AVİV - YAFA…

Kudüs notlarımın birinci bölümünü Yafay’a doğru yol alırken bırakmıştım. Otobüsten Yafa’ya geniş caddelerden ilerliyorduk. Arap coğrafyacıları Yafa’yı Kudüs ve Remle’nin limanı, barış zamanlarında çok canlı ticareti, işlek pazarları olan küçük ve iyi tahkim edilmiş bir şehir olarak tasvir ederler. Yafa’ya vardığımızda sabah namazına 40 dakika kalmıştı. Namaz kılmayı planladığımız Mahmudiye Ulu Cami henüz açılmamıştı. Serin, yağmurlu tam benlik bir havayla karşılamıştı bizleri Yafa. Sarı ışıklarıyla bomboş sokaklar bir masalın içindeymiş hissi veriyordu. Caminin tam karşısında dar, tarihi, ışıl ışıl sokağı görünce hayran hayran o tarafa doğru yürümeye başladım.

O sırada Rehberimiz Mehmet bey erken olmasına rağmen samimi ilişkilerine binaen imamı evinden çağırmak için bitişiğindeki eve doğru yürüyordu. Hilmi bey gruptaki arkadaşlar ıslanmasın diye onları çardak altına davet ediyordu. Arkadaşlar ıslanmamak için çardağın altında beklerken ben ıslanmayı seçip yağmurun ve o dingin anın tadını çıkarıyordum. Taş duvarların hakim olduğu sokağı yürüdüğümde biran kendimi Mardin sokaklarında hissettim. Hep duymuşumdur “Kudüs sokakları Mardin sokaklarına çok benzer” diye. İlk benzerliği burada görmüştüm.

20 dakika kadar bekledikten sonra caminin imamı koşa koşa “afun afun” diye diye açtı camiyi. Müslüman Türk kafilesi olduğumuzu görünce daha çok özür diliyor ve daha hızlı hareket ediyordu. Nereye nasıl davet edeceğini şaşırıyordu. Abdestler tazelenerek camiye geçip o muhteşem biraz da serin atmosferde ezanı bekledik. Ezanla beraber kutsal beldede ilk namazımızı eda ettik. Ardından Mehmet beyin anlatımıyla camiyi gezdik. Türk bayrakları ve Osmanlı imzasını taşıyan mimaride evimizde gibiydik.

Yafa da her ne kadar gördüğümüz bütün direklerde İsrail bayrakları asılmış olsa da; denize bakan Bahriye Cami, Hamidiye Külliyesi, Karakol binası, Tarihi Çeşme ve Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılı anısına yapılan Saat Kulesi gibi Osmanlı eserleri buranın Müslüman toprakları olduğunu bas bas bağırıyordu. Böylesi muhteşem bir ecdadın soyundan gelmek gururlandırsa da emanetlerine sahip çıkamadığımız için boynumuz bükük ilerliyorduk maalesef. Bize ait olan bir şehri işgal etmiş bir ülkenin kurallarıyla gezmek ağır geliyordu.

Bu sırada gün aymaya başlamıştı. Cami den ayrılarak hemen ön tarafta bulunan muhteşem saat kulesi ve meydanı tüm ihtişamıyla bizi kucaklıyordu. Rehberimiz kule ve saat meydanı hakkında detaylı bilgi verdikten sonra 15 dakika kadar kısa serbest zaman dilimini; meydanı, saat kulesini, caddeleri, yolları, dükkanları inceleyip fotoğraf çekerek değerlendirdik.

Sokakların bomboş olması, sabahın ilk ışıklarıyla bu atmosferi yaşamak bence bir ayrıcalık olsa da grupta yorgun, uykusuz arkadaşlarımız yavaş yavaş söylenmeye, hotele geçip dinledikten sonra devam etmek gerektiğini mırıldanmaya başlamıştı bile. Ama hotele 12:30 dan önce giremeyeceğimiz için o saate kadar koltuklarda beklemek yerine bu zamanı değerlendiriyorduk aslında. En azından benim açımdan öyleydi. Çünkü 3 gece 4 gün gibi kısa bir süremiz vardı ve gece gündüz, uykusuz ne kadar çok yer, sokak görebilirsem görmeliyim diye düşünüyordum.

Arkadaşlarımızın içerisinde transfer uçuşlarla iki günün uykusuzluğu ve yorgunluğuyla gelenler olduğu için kendilerince haklıydılar ama açıkçası hotele giriş saatini bir koltukta beklemektense günün ilk ve en güzel saatlerini bu şekilde değerlendirmek benim açımdan çok anlamlı ve kıymetliydi. (Bu karar için içimden Mehmet hocaya teşekkür ediyordum. O sırada teşekkürü sesli etsem gruptan linç yiyebilirdim zira henüz kimin nasıl tepki vereceğini bilmiyordum. Grubumuzda Diyarbakır, Batman, Ankara, İstanbul, Nevşehir gibi farklı şehirlerden arkadaşlarımız vardı. Diyarbakırlı abimizin ailesini toplayıp kutsal topraklara getirmesi kıymetliydi bence. Ama abimiz yorgun, aç, uykusuz ve sözünü sakınmayan biriydi J Yafa gezimizde grubu bekleten ve gelecek ziyaretlerde bekletecek olan kişi de yavaş yavaş kendini gösteriyordu)

Tarihi Meydan, Tarihi Çeşme, Mahmudiye Ulu Cami, Bahr Cami, Hatachana Eski Osmanlı Tren İstasyonu, Sıksık Cami, Cebeliye Cami, Acemiye Cami, Kedumim Meydanını yürüyerek gezdikten sonra günün ilk ışıklarıyla muhteşem Yafa Limanına ulaşıyoruz. Limana çıkan daracık ve merdivenli sokaklarında yürüyoruz. Limanın günün ilk ışıklarıyla güzel havası ve seyri görülmeye değerdi.

İçim kıpır kıpır, içim sığmazken içime dışım ise duramaz olmuştu. (Her yere girip görmek isteyince biranda kendimi meraklı bir çocuk gibi hissetmiştim) Yafa sokaklarını gezerken kesinlikle Mardin’de dolaşıyor gibiydim. Açık bulduğum kapılardan merdivenleri çıkarken bir binaya girdiğimi sandığımda kendimi bir bahçede buluyordum. İçeri girip yapıları incelediğimde burada da avlu kültürünün olduğunu gördüm. Bir kaç basamak sonrası geniş bir avlu ve bütün odaların avluya bakan kapıları muazzamdı. Dışarı bakan yüksek duvarlar avlunun üzeri ise alabildiğince gökyüzü ile örtünmüştü. Avlularda mini havuzlar veya küçük (su şırıltısının terapi gibi geldiği) şelaler görüyordum.

Grup arkadaşlarım yorgun, uykulu adımlarla yol alırken ben her camı, her duvarı, her kapıyı görmeye, hafızama kaydetmeye çalışıyordum. İyi ki de yapmışım şuan bunları yazarken aynı yolları tekrar arşınlıyor gibi canlandı gözlerimde. Yafa limanının serin deniz kokusu yokladı burnumu. Böylesi durumlarda yorgunluk ve uykusuzluğu bastırabilen heyecanım, merakım, coşkum ve enerjimin bir lütuf olduğuna inanarak şükrederim.

Muhteşem bir Liman şehri olan Yafa’yı geride bırakıp yola revan olma vakti gelmişti. İstikametimiz de bir saat uzaklıkta bulunan, hepimizin hayallerini süsleyen, boğazımızda düğüm olan kadim şehir Kudüs vardı. Yol tabelalarında Kudüs yazdığını görmek, gittikçe yaklaştığımızı bilmek karmakarışık duygulara sebep oluyor ve heyecan doruklara çıkıyordu. Otobüs Yafanın dikkat çeken geniş caddelerinde ilerlerken içerde derin ve yorgun bir sessizlik hakimdi. Ben ön camdan yolları izliyor, kısa kısa videolar alıyordum.

Nihayet kadim şehre giriş yapmıştık. Saatler henüz çok erken olduğu için işyerlerinin çoğu kapalıydı. Tek tük yavaş yavaş dükkanlarının kepenklerini açanlar gözüme çarpıyordu. İşe gitmek için yolda olanların telaşlı halleri, şehre bizim gibi giriş yapan tur otobüsleri haricinde kimse yoktu, sakindi Kudüs sokakları. Hotele giriş yapmak için henüz vakit vardı. Bu sebeple biraz daha görmemiz gereken mekanları gezmeye kara verdik. Şimdi biz bu rotalara doğru yol alırken sizler için Yafa’da gezdiğimiz yerlerin tarihçelerini derleyerek aşağıya iliştiriverdim okumanızı tavsiye ederim. Siz onları okurken bizler kendi aramızda istişare edip rehberimizin çizdiği rota için hazırlanacağız…

YAFA / TEL AVİV

Filistin’in başkenti Tel Aviv şehrine bağlı olan Yafa muhitinin kökleri çok eski zamanlara dayanmaktadır. Günümüz modern yapıları ve eski mimarileriyle kaplı egzotik dokusu, Peygamberler dönemine dayanan tarihi ile Yafa, turistlerin en çok ziyaret etmek istediği meşhur semtlerden biri olmuştur. Yafa, hediyelik eşya dükkânları, sanat galerileri, mücevher ve alış veriş mağazaları ile bölgenin en işlek turistik cazibe merkezlerinden biridir.

Yafa dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri kabul edilen Filistin'de bir liman şehridir. Tel Aviv şehrinin bir parçası olmakla beraber kaynaklarda Tel Aviv-Yafa olarak geçer. Yafa 1515-1918 yılları arasında yaklaşık 400 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır.

Eski devirlerde Kudüs’ün limanı olan Yafa (Yafo, Jaffa, Joppa) günümüzde Tel Aviv ile arasındaki boşlukların dolmasıyla Filistin’ nin başşehri Tel Aviv ile bütünleşerek başşehrin bir semti durumuna geldiği için Tel Aviv-Jaffa diye anılır.

Arapça kaynaklarda Yâfâ şeklinde yer alan ve denizden 38 m. yükseklikte kurulmuş olan şehir çok eski bir tarihi vardır. 1950’lerden beri devam eden arkeolojik kazılarda bölgede Bronz çağından kalma bazı yapılar açığa çıkarılmış, ayrıca Pers, Helenistik ve eski Mısır kalıntılarına da rastlanmıştır. Yafa adı, milâttan önce 1470 yılında Firavun III. Thutmosis’in ele geçirdiği Filistin şehirleri listesinde “Y-pu” şeklinde kaydedilmiştir; Amarna levhalarında ve Asurlular’da Yapu ve Yappu, Tevrat’ta Yafi diye geçer. Kudüs’teki Süleyman Mâbedi’nin inşaatı için hazırlanan ağaç gövdeleri Kral Hiram zamanında sallarla Sûr’dan (Tyrus) Yafa’ya getirtilmiş, buradan Kudüs’e nakledilmiştir. Romalılar zamanında Kaysâriye (Caesarea) ön plana çıkarken Yafa’nın bir liman olarak değeri azalmıştır. Hayfa ile Yafa arasındaki sahil bölgesi, bu iki liman arasındaki Kaysâriye merkez olmak üzere Palestine Prima adlı bir eyalet haline getirilmiştir.

Bizans döneminde bir piskoposluk merkezi olan Yafa, Hz. Ömer devrinde Amr b. Âs (diğer bir rivayete göre Muâviye b. Ebû Süfyân) kumandasındaki kuvvetler tarafından 15 (636) yılında fethedildi. Bu dönemde idarî teşkilât değişmedi ve bölgeye Cündüfilistin adı verildi; merkezi de Kaysâriye’den Lüd’e (Lydda) nakledildi. Emevî Halifesi Süleyman b. Abdülmelik zamanında Yafa’nın 20 km. kadar güneydoğusunda bölgenin yeni başşehri olarak Remle kurulunca eski Yafa limanının değeri arttı. Yafa 264’te bütün Filistin’i hâkimiyeti altına alan Ahmed b. Tolun’un idaresine girdi ve 292 den 905 yılına kadar Tolunoğulları’nın egemenliğinde kaldı. Aynı yıl Abbâsî Halifesi Müktefî-Billâh Yafa’yı ele geçirdi. Fâtımîler döneminde 360 – 971 yıllarında Hasan el-A‘sam yönetimindeki Karmatîler, Yafa’ya kadar ilerleyip şehri kuşattılar. Karmatîler ancak 362’den 972-73 de geri püskürtüldü ve Yafa kuşatmadan kurtarıldı.

Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunun 1040 ardından, planlı bir fetih harekâtı çerçevesinde Bizans hâkimiyetindeki Anadolu topraklarına akınlar yapılırken bazı Selçuklu emîrleri, XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Suriye ve Filistin bölgelerinde faaliyet gösteriyordu. Hanoğlu Hârun, Afşin ve Sunduk (Sanduk), Kuzey Suriye’de nüfuz tesis etmeye çalışıyordu. Kurlu et-Türkî’nin idaresindeki Nâvekiyye (Yâvegiyye) Türkmenleri de Filistin’e girdi (1069-1070). Nâvekiyye Türkmenleri, Sultan Alparslan’ın eniştesi Erbasgan’ın kumandasında Anadolu’ya akınlar düzenliyordu.

Erbasgan, sultana isyan ederek Bizans’a sığınınca ona bağlı Türkmenler’in bir kısmı Kurlu Bey, Atsız b. Uvak ve Şöklü gibi beylerin komutasında Fâtımîler’in hâkimiyetindeki Filistin’e geldiler. 4000 çadır halkından (15-20.000 kişi civarında) meydana gelen ve Filistin’e giren ilk Türk unsuru olan Nâvekiyye Türkmenleri, Yafa’nın güneydoğusundaki bölgeye yerleştiler. Başbuğları Kurlu Bey, bu sıralarda harap ve ıssız durumdaki Remle’yi merkez edinerek burada Selçuklular’a tâbi bir Türkmen beyliği kurdu ve Yafa civarını tamamen kontrolü altına aldı. Kurlu’nun 463’te (1071) ölümü üzerine yerini alan Emîr Atsız bir ara Fâtımîler’in geri aldığı Remle’yi ve Kudüs’ü ele geçirdi. Atsız’ın 1071-1076 yıllarındaki fetihleri neticesinde Askalân ve Yafa dışında Filistin ve Suriye’nin en önemli şehirleri beyliğin merkezini naklettiği Dımaşk başta olmak üzere Selçuklu Beyliği’nin hâkimiyetine girdi. Atsız, başarısızlıkla sonuçlanan Mısır seferinin ardından Yafa üzerine yürüyüp şehri kuşattı. Şehrin valisi Rezînüddevle, Sûr şehrine kaçmak zorunda kaldı. Yafa’yı ele geçiren Atsız şehrin bütün surlarını yıktırdı (469/1077). Onun ardından şehir 1079’da Tutuş’un kurduğu Suriye Selçukluları Devleti’nin egemenliğine girdi.

Haçlı seferleri döneminde Yafa ve civarı müslümanlarla hıristiyanlar arasındaki mücadelelere sahne oldu. 492’de (1099) Kudüs, Haçlılar tarafından kuşatıldığı sırada onlara erzak ve kuşatma aletlerinin yapımı için gerekli maddeleri taşıyan iki Cenova galerisiyle dört İngiliz gemisi Müslümanların terk ettiği Yafa Limanı’na girdi. Fakat Yafa rüzgâr ve fırtınaya açık, büyük gemilerin yanaşamayacağı kadar sığ bir limandı. Bütün çıkarma işleri küçük kayıklarda yapılıyordu.

1099 yılından 1187’ye kadar Kudüs Haçlı Krallığı’na bağlı bir kontluk olarak kalan Yafa uzun süre krallığın deniz taşımacılığının merkezi oldu. Fâtımî Veziri Efdal b. Bedr el-Cemâlî, Filistin’i geri almak için birçok defa girişimde bulundu. 494’te (1101) Haçlılar’a karşı gönderdiği ordu Remle’ye kadar ilerleyince Kudüs Kralı I. Baudouin şehri tahkim edip karargâhını Yafa’da kurdu ve bütün yazı burada geçirdi. Eylül ayında Remle yakınında yapılan savaşta Mısır ordusunun yenilgiye uğraması üzerine Yafa’da Haçlı hâkimiyeti devam etti. Ertesi yıl Efdal, oğlu Şerefülmeâlî kumandasında yeni bir orduyu Filistin’e yolladı. Yine Remle yakınındaki savaşta bu defa Fâtımî ordusu Kral Baudouin’i mağlûp ettikten sonra kraliçe ve saray ileri gelenlerinin bulunduğu Yafa önlerine geldi. Mısır donanması da limanı abluka altına aldı. Remle’den kaçan Kral Baudouin, bir İngiliz maceracısının gemisiyle şiddetli kuzey rüzgârı sayesinde Yafa Limanı’na girmeyi başardı ve burada yeniden savaş hazırlıklarına başladı.

Mayıs ayının sonlarında İngiltere, Fransa ve Almanya’dan asker ve hacı getiren 200 gemilik bir İngiliz donanması Mısır ablukasını yararak Yafa Limanı’na girdi. Böylece ihtiyaç duyduğu yardımı elde eden kral şehirden çıkıp Fâtımîler’in üzerine yürüdü. 495’te (1102) Yafa yakınlarında cereyan eden savaş Mısır ordusunun yenilerek Askalân’a doğru kaçmasıyla sonuçlandı.

Vezir Efdal ertesi yıl karadan ve denizden yeni kuvvetler gönderdi, Mısır donanması Yafa’ya kadar sokuldu, fakat başarı elde edemedi. Efdal’in daha sonraki yıllarda Filistin’e düzenlediği dört sefer de (1101, 1105, 1113, 1115) sonuçsuz kaldı ve Yafa’da Haçlı egemenliği sürdü. Efdal’in öldürülmesinin ardından bu defa Halife Âmir-Biahkâmillâh 516 (1122) yılında Yafa’yı kuşattıysa da geri çekilmek zorunda kaldı. 517’de (1123) Mısırlılar bir kere daha Askalân’dan çıkıp Yafa üzerine yürüdüler, fakat bu sefer de başarısızlıkla neticelendi ve Mısır donanması Venedik donanması tarafından imha edildi. Yafa, ancak Hittîn Savaşı’nda Kudüs Krallığı’nın askerî gücü ortadan kaldırıldıktan sonra Müslümanlar tarafından geri alınabildi (583/1187).

III. Haçlı Seferi’ne katılarak bölgeye gelen İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard 587’de (1191) Yafa’yı ele geçirdi ve şehrin istihkâmlarını yeniden inşa ettirdi. Böylece Kudüs’e doğru ilerlemeden önce sahilde güçlü bir üsse sahip oldu, denizle bağlantısını emniyet altına aldı. Bu arada İngiliz ordusu, Yafa’nın kendilerine sağladığı imkânlardan faydalanıp burada bir süre dinlenme imkânı buldu. Şehrin etrafındaki bahçelerden bol miktarda sebze ve meyve temin edebiliyorlardı, gemiler de yiyecek maddesi taşıyordu.

Selâhaddîn-i Eyyûbî, Richard’ın Yafa’dan ayrılışı sırasında Receb 588’de (Temmuz 1192) şehri kuşatıp üç gün sonra ele geçirdiyse de kaleyi alamadı. Ancak Richard şehri geri alarak yeniden tahkim ettirdi. III. Haçlı Seferi sonunda Selâhaddîn-i Eyyûbî ile Richard arasında Şâban 588’de (Eylül 1192) yapılan antlaşmaya göre Askalân Müslümanlarda kalırken Yafa Hristiyanlara bırakıldı.

El-Melikü’l-Âdil 593’te (1197) şehri tekrar ele geçirip tahkimatı tahrip etti. 595’te (1199) şehir geçici bir süre Hristiyan hâkimiyetine geçtiyse de el-Melikü’l-Âdil bir defa daha şehre hâkim oldu. Yafa IV. Haçlı Seferi’nden (1204) sonra yine Franklar’ın eline geçti. 1228’de Alman İmparatoru II. Friedrich, 1250’de Fransa Kralı IX. Louis tarafından şehir yeniden tahkim edildi.

Nihayet 20 Cemâziyelâhir 666’da (8 Mart 1268) Memlük Sultanı I. Baybars, Yafa’daki Haçlı hâkimiyetine son verdi ve şehri tamamen tahrip ettirdi; iç kaleyi de yıktırarak ahşap ve mermer aksamını yeni inşa ettirmekte olduğu büyük caminin inşasında kullanılmak üzere Kahire’ye gönderdi. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin halefleri zamanında bir süre Gazze’ye bağlanan Yafa, Memlükler devrinde, Dımaşk’a bağlı dört kıyı bölgesinden biri olan Remle idarî bölgesine dahildi.

736 (1336) yılında İngiltere ve Fransa kralları Doğu’ya yeni bir Haçlı seferi planladıkları sırada Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Muhammed, Franklar’ın buradan karaya çıkmalarını önlemek için Yafa liman tesislerini tahrip ettirdi. Yine 746’da (1345) muhtemel bir Haçlı hareketine karşı limanla beraber şehir de tahrip edildi.

Yafa savaş zamanlarında sık sık düşman istilâlarına mâruz kalıyordu. Bu sebeple İslâm’ın ilk asırlarında bu saldırılara karşı korunmak amacıyla sahil boyunca birçok gözetleme noktaları kurulmuştu. Gözetleme noktalarından ateş veya duman işaretiyle Bizans gemilerinin yaklaşmakta olduğu Remle merkezine bildirilirdi. Ortaçağ’da Yafa’ya nisbetle Yâfûnî nisbesiyle tanınan birçok âlim yetişmiştir. Bunlar arasında Muhammed b. Abdullah b. İbrâhim b. Umeyr, Yafa Camii imamı Ebû Muhammed Abdullah b. Ali, Ebû Tâhir Abdülvâhid b. Abdülcebbâr gibi muhaddisler zikredilebilir.

Mercidâbık Savaşı’nın ardından (922/1516) bütün Suriye Osmanlı hâkimiyetine girdi. Yavuz Sultan Selim’in ordusu Memlük askerlerini bozguna uğrattığı sırada Yafa da tahribata uğradı. Osmanlı idaresinde Yafa, Gazze sancağına ve Remle nahiyesine bağlı sakin küçük bir sahil kasabasıydı. 933’te (1526-27) yapılan bir tahrirde Yafa’dan 8000 akçe vergi ödeyen, yirmi yedi evlik bir köy diye bahsedilmektedir. 1548 yılına gelindiğinde hâne sayısı kırk dörde yükselirken alınan vergi de 20.000 akçeye çıkmıştır. 1555’te padişah hassı olarak kaydedilen Karye-i Yâfâ’da hâne sayısı ona düşmüş, ancak iskeleden elde edilen vergi geliri 30.000 akçeye yükselmişti. Harap durumdaki şehir, ancak XVII. yüzyılın ikinci yarısında özellikle iskelelerin inşasından sonra yavaş yavaş yeniden canlanmaya başladı. Şemseddin Sâmi, XIX. yüzyılın sonlarında Yafa kazasının bir nahiye ile 126 köyden ibaret olduğunu kaydeder.

Mısır’da idareye hâkim olan Memlük beylerinden Bulutkapan Ali Bey durumunu güçlendirdikten sonra Osmanlı Devleti’ne başkaldırdı ve Suriye seferine çıktı. Akdeniz’de bulunan ve Ali Bey ile iş birliği yapan Rus donanması Kasım 1772’de Yafa’yı bombardımana tuttu. Ali Bey ile memlüklerine erzak ve mühimmat taşıdı. Şehir şiddetle mukavemet ettiyse de baş gösteren kıtlık ve açlık yüzünden Şubat 1773’te Ali Bey’e teslim olmak zorunda kaldı ancak Ebü’z-Zeheb Muhammed’in Ali Bey’i bertaraf etmesinin ardından Yafa işgalden kurtarıldı (1189/1775). Şehir 6 Mayıs 1799’da bu defa Napolyon tarafından işgal edildi ve esir alınan 4000 kişi sahilde kurşuna dizildi. Fransız ordusunun Yafa’yı işgali sırasında baş gösteren salgın hastalık çok sayıda insanın ölümüne yol açtı. 1838’deki deprem de şehirde nüfusun azalmasına sebep oldu; bu esnada birçok ev yıkılırken 13.000 kişi enkaz altında kaldı, şehrin tahkimatının bir bölümü de harap duruma geldi.

II. Abdülhamid döneminde el-Halîl’de, Gazze, Yafa (1889), Nâsıra ve Taberiye’de birer okul açıldı. 1868’de Yafa-Kudüs karayolu hizmete girdi. Bölgede ilk defa bir Fransız şirketi Osmanlılar’dan aldığı ruhsatla 1890-1892’de Yafa ile Kudüs arasında 87 km. uzunluğunda bir demiryolu inşa etti. 1918’de İngilizler, Lüd’den Yafa ve Hunter’e bağlanan 35 kilometrelik ikinci bir demiryolu hattı kurdu. Osmanlı idaresinde deniz ulaşımının önem kazandığı dönemlerde Üsküdar’dan hareket edip Akdeniz limanlarına uğrayan gemilerin uğrak yerleri arasında İskele-i Yâfâ önemli bir yer almaktaydı

1909’da Yafa’da yahudiler tarafından Filistin Ofisi adıyla bir teşkilât kuruldu; bu teşkilâtın faaliyetleri sonucunda Filistin Toprak Geliştirme Merkezi’ni meydana getiren yahudiler yerleşme çalışmalarını devam ettirdiler. Aynı yıl Yafa’nın varoşlarında oluşturulan yahudi yerleşim birimi Tel Aviv zamanla büyüdü. Yahudiler kapitülasyonların himayesinde yabancı statüsünde yaşamlarını sürdürdüler. I. Dünya Savaşı sırasında müttefik kuvvetlerine yardım edecekleri korkusuyla Yafa-Tel Aviv halkı şehirden çıkarıldı. Fakat İngiliz kuvvetleri 16 Kasım 1917’de Yafa’ya girince yahudiler şehre geri dönmeye başladı. Mayıs 1921’de Yafa’da yahudi karşıtı ayaklanmalar patlak verdi. Bunlardan en önemlisi Filistin’deki İngiliz mandasının ilk yıllarına rastlar. Kısa bir süre sonra Tel Aviv belediye statüsüyle Yafa’dan ayrıldı. İsrail’in bağımsızlığının ardından Tel Aviv ve Yafa aynı belediyeye bağlandı.

Kayalıklarla çevrili harap durumdaki Yafa Limanı gelişmekte olan Hayfa Limanı ile rekabet edemedi. Yafa Limanı 1965’te kapatılırken yeni inşa edilen Aşdod Limanı Yafa’nın yerini aldı. Yafa şehri günümüzde bir sayfiye merkezi olarak önemini korumaktadır. Akdeniz ikliminin bütün meyveleri burada bolca yetişmektedir. Yafa portakalıyla ün salmış, şehirde sabun imalâthaneleri, mobilyacılık ve çimento sanayii gelişmiştir.

Eski şehir dokusunun zengin bir tarihî ve kültürel geçmişi yansıttığı Yafa’da özellikle Osmanlılar’ın son dönemlerine ait birçok mimari eser bugün de varlığını sürdürmektedir. Bunlar arasında şehrin en eski camisi olduğu tahmin edilen Mescidü’l-bahr Yafa’da önemli imar faaliyetleri gerçekleştiren Vali Muhammed Ebû Nebbût tarafından II. Mahmud zamanında yaptırılan Câmiu’l- Mahmûdiyye (el-Câmiu’l-kebîr, Câmiu Ebî Nebbût), yine XIX. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Câmiu’l-Cebeliyye, Câmiu’s-Sıksık, Câmiu’l-Acemî, 1917’de Vali Hasan Bey’in inşa ettirdiği Câmiu Hasan Bek, Muhammed Ebû Nebbût’un Câmiu’l-Mahmûdiyye’ye bitişik olarak yaptırdığı Mahmûdiyye Sebili ile şehrin Kudüs yolu üzerinde kurduğu Ebû Nebbût Sebili, eski eserler müzesi halinde kullanılan eski hükümet binası (es-Sarâyü’l-kadîme) ve II. Abdülhamid’in tahta çıkışının yirmi beşinci yıl dönümü münasebetiyle yaptırılan saat kulesi sayılabilir.

YAFA SAAT KULESİ VE MEYDANI

İsrail'de Osmanlı döneminde dikilmiş yedi saat kulesinden biridir. Diğerleri Safed, Akka, Nasıra, Hayfa, Nablus (Batı Şeria) ve Kudüs'e dikilmiştir fakat bunlardan sonuncusu şu anda ayakta değildir. Yafa Saat Kulesi antik şehir olan Tel Aviv'e bağlı Yafa' nın kuzey girişinde, Yefet Sokağı'nda bulunur. Kireç taşından yapılmış kulede iki adet saat ve 1948 Arap-İsrail Savaşında ölen İsraillilerin anısına plaket bulunur.

Kule, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit'in hükümdarlığının 25. yıldönümü şerefine inşa edildi. İnşaat Joseph Bey Moyal önderliğinde yerel Araplar ve Yahudilerin destekleriyle yapıldı.

Kulenin temeli Eylül 1900'de atıldı. İki yıl içinde ilk iki kat tamamlanıp üçüncü kata başlandı. 1903'te saat kulesi tamamlandı. Akka'daki Khan al-Umdan kulesine benzetilen yapı da aynı amaçla dikilmişti. Bu fırsat nedeniyle Osmanlı İmparatorluğunun genelinde yüzden fazla saat kulesi inşa edildi.

Kule dikilmeden önce üzerinde bulunduğu meydan 19. yüzyılda hükûmet binalarının, ekonomi merkezlerinin ve ulaşım bağlantılarının bulunduğu önemli bir mekandı. Mahmud Cami'ye giden yolda bulunan polis istasyonunun yerine dikilen saat kulesi kireç taşından yapılmış, üç katlı ve iki saatlidir.

1965'te restore edilen Yafa Saat Kulesi'ne yeni saatler konulup Yafa'nın tarihini anlatan Arie Koren'in renkli cam mozaiki eklendi. Uzun bir süre bakımsız kalan saat 2001'de gece ışıkları eklenerek tekrar yenilendi. 2005-06'te ise tekrar bakımdan geçen kulenin etrafındaki sokaklara trafik düzeni oturtuldu.

2004'te İsrail'in 1.3 Şekellik pullarına konu oldu. Bu "Osmanlı saat kuleleri pul serisinde Safed, Akka, Hayfa ve Kudüs'teki saat kuleleri kullanıldı.

Kule 3 katlıdır. Tepesinde 2 tane saat ve 4 tane pencere bulunmaktadır

YAFA TARİHİ ÇEŞME

II. Mahmut Tuğralı Çeşmesi, surlar yıkılmadan önce şehre giren çıkanların su ihtiyacını karşılamak için Yafa kapısının önünde bulunmaktadır. İki yana doğru dalgalı saçaklarla taçlanan çeşme beyaz mermer sütuna dayandırılmıştır. Bu çeşmenin tepe noktasında, ters ve düz C kıvrımları ile çevrelenmiş oval biçimli bir madalyon içinde Sultan II. Mahmut’un tuğrasına yer verilmiştir. Bir yapıda ne kadar çok mimari ve kültürel simge bulunabilirse o kadar çok unsura yer verilmiştir. Ağaçtan motifler, “Maşallah” ibaresinin aynalı tasarımı ve çeşmenin üzerinde birçok kitabe yer almaktadır. Bu çeşme, surlar yıkıldıktan sonra Ulu camii içerisine taşınmıştır.

KEDUMİM MEYDANI

Kedumim Batı Şeria'nın kuzeyinde yerel bir meclis olarak örgütlenmiş bir İsrail yerleşim yeridir. Gush Emunim yerleşim hareketinin üyeleri tarafından 1975 Hanukkah'ta kuruldu daha sonra yerel bir meclis oldu. 2021'de nüfusu 4.590 idi.

Uluslararası toplumun fikir birliği İsrail'in Batı Şeria'daki yerleşimlerini uluslararası hukuka göre yasa dışı kabul ediyor. BBC'ye göre 2008 itibariyle "İsrail hariç dünyadaki her hükümet yerleşimleri yasa dışı olarak değerlendirdi". İsrail hükümeti, buna itiraz etti. ARIJ'e göre İsrail, 1967 ile 1993 yılları arasında yasadışı Kedumim yerleşiminin çeşitli bölümlerini inşa etmek için üç Filistin köyünün arazisine el koydu:

· Kafr Qaddum'dan 231 dönüm

· Immatain'den 163 dönüm ve

· Jit'ten 13 dönüm

1974'ün sonlarında, Haham Menachem Felix ve Benny Katzover liderliğindeki Gush Emunim'e bağlı Garin Elon Moreh adlı bir grup, Sebastia tren istasyonunun Osmanlı döneminden kalma kalıntıları üzerine bir yerleşim yeri kurmaya çalıştı. 3 çekimser oyla 17–2 kabul edilen bir İsrail kabine kararı, 1975'te yerleşimi yasadışı buldu. Nablus'un güneybatısındaki bir ordu kampı olan Kadum'da. Küçük mobil ev sitesi, Kedumim kasabasına dönüştü. Sebastia anlaşması, kuzey Batı Şeria'yı Yahudi yerleşimine açan bir dönüm noktasıydı.

1977'den itibaren, Menachim Begin hükümeti Kedumim'deki yerleşimi güçlü bir şekilde destekledi. Begin 19 Mayıs'ta ziyaret etti ve "Kurtarılmış İsrail topraklarındayız" dedi. Temmuz ayında hükümeti Kedumim (o zamanlar yaklaşık 100 yerleşimci vardı), Ofra ve Maaleh Adumim'e tam yasal statü verdi.

Kedumim sakinleri eğitime önem verdiler ve kreşler, anaokulları, iki ilkokul, Bnei Chayil Yeshiva, Har Efrayim Yeshiva, Lehava Ulpana Lisesi (1.000 kız) dahil olmak üzere birçok yerel kurum geliştirdiler. Yerel bir müzik akademisi ve bir halk kütüphanesi olarak devam ettiler.

Yeshivat Bnei Chayil Shomron, ADD ve DEHB olan erkeklere Ortodoks Yahudi eğitimi sağlamak için 1998'de kurulmuş bir lise yeşivasıdır . İsrail'in merkezinde yerel öğrencilerle sınırlı olmayan benzersiz bir tesis olarak kabul edilir. 7-12. sınıflardaki öğrenciler, en fazla on beş erkek öğrenciyle sınırlı sınıflara ayrılır. Kedumim'deki okul aslen Dr. Stuart Chesner tarafından kurulan aynı adı taşıyan Kudüs okulunun bir koluydu.

Pek çok sakin yerleşim yeri dışında çalışırken, birçoğu yerel olarak eğitimde ve ayrıca sera ve meyve bahçeleri ile çalışan birkaç tarım işletmesinde istihdam edilmektedir.

B'Tselem'e göre, Kedumim'in bazı bölümleri özel mülkiyete ait Filistin toprakları üzerine inşa edildi. Ayrıca Kedumim'in bitişiğinde, biri yine özel Filistin toprakları üzerine inşa edilmiş iki İsrail ileri karakolu bulunmaktadır.

MAHMUDİYE KÜLLİYESİ VE CAMİ

Mahmut paşa Camii 1812 tarihinde yapılmış. Ana giriş kapısında zamana meydan okuyan bir ay yıldız karşılıyor misafirlerini. Mahmut Paşa Camii duvarına dayanan 1809 yılında yaptırılan Mehmet Paşa çeşmesini gördüğümüzde Osmanlının büyüklüğünü ve kutsal beldelere verdiği önemi tekrar tekrar hatırlıyor ecdada bir Fatiha okuyoruz. Külliye olarak inşa edilmiş muhteşem bir mimarî yapıya sahip ulu camiyi hayranlıkla geziyoruz. Ulu Camii, Osmanlı Mahmut Paşa adlarıyla da geçen Mahmudiye Camii Yafa’nın en büyük ve en önemli camisinde genelde kalabalık bir cemaat oluşmaz. Yafa yahut Tel-Aviv’de kalan son Osmanlı yapılarından biri olan külliye Mahmut paşa tarafından 1812’de yaptırılmıştır. Zamanla eskiyen yapı ne yazık ki doğru eller tarafından restore edilmediği için yer yer bozulmalara uğrasa da genel hatlarıyla hala ayaktadır.

Mahmudiye Camii'nin mimari özellikleri:

Filistin'deki en büyük ve en önemli camilerden birisi olan Mahmudiye caminin içerisinde iki büyük birisi küçük olmak üzere üç avlu bulunur. Caminin ana avlusu batı tarafında yer alır. Bu avlunun güneyinde enlemesine olarak yer edinen cami, yuvarlak kemerliği ve örtülü altı parçalı son cemaat yeri, iki büyük kubbeyle örtülü yatay dikdörtgen şekilli harimi ve sekizgen gövdeli ve iki şerefeli minaresiyle dikkat çeker. Güney duvarın doğu ucunda da Süleyman Paşa'nın yaptırdığı Sebil yer alır.

BAHR CAMİ

Ne zaman ve kim tarafından yapıldığı tam olarak bilinmeyen Bahr Cami Yafada Hashniya limanının kenarında Akdeniz'e Nazır olarak iki kat halinde yükselir Alman ressam Lebrun'un 1675 tarihli bir resmine dayanılarak Osmanlı'nın Filistin'de inşa ettiği en eski cami olduğu tahmin edilir.

1977 yılında restore edilerek günümüze kadar ulaşan Bahr Cami sarı renkli taş malzemeden oluşur. Yapının denize bakan cephesinde alt katındaki yuvarlak kemerli kapıları, üstte ise ahşap kepenkli ve yuvarlak kemerli pencereleri ve küçük bir terasa açılan kapısı dikkat çekicidir. Günümüzde limana gelip giden denizciler, balıkçılar ve çevrede yaşayan Müslüman halk camiyi kullanır.

CEBELİYE CAMİ

1870 yılında inşa edildiği tahmin edilen Cebeliye Cami, denizin karşısına kahverenge sahip düzgün kesme taştan oluşur. Cami, 1960 ve 2000'li yıllarda iki defa restore edilerek korunmaya alınır. Dikdörtgen bir şekle sahip olan caminin içine altı parçalı son cemaat mahfilinden girilir. Son cemaat mahfili ise sivri kemerlerle batıya, kuzey ve doğuya açılır. Camide yer alan üslup farklılıkları içindeki üst örtülerden anlaşılır. Çok yüksek bir yapıya sahip olmayan minaresi silindirik bir yapıya sahiptir. Minarenin tek şerefesi ve küçük alemi caminin bir Osmanlı Camisi olduğunu gösterir.

ACEMİ CAMİ

Yafa’nın Acemi Mahallesi'nde bulunan Akdeniz'i kolay bir şekilde görülebilecek olan bir konumdaki Acemi Cami, Şeyh İbrahim el - Acemi'nin türbesinin etrafına 19. yüzyılda inşa edilir. Cami 20. yüzyılda tamamen yenilenir. İçerisinde yer alan türbe ise 1992'de yeniden inşa edilir. Silindirik gövdeli tek şerefli tipik minaresi ile yapı dikkat çekici bir Osmanlı Camisidir.

SIKSIK CAMİ

Yafa'nın en yoğun bölgelerinden birisinde yer alan Sıksık Cami 1883 yılında bir cami ve bir Sebil olarak inşa edilen bir komplekstir. Sıksık camisinde ki sebil bir sever kemerden oluşur. Kemerin üzerinde bir kitabe yer alır ve kitabenin iki yanında zeytin dalları ve II. Abdülhamit'in Tuğrası bulunur. Sebil ve camiden ibaret olan caminin sebili büyük bir sivri kemerli nişten oluşur. Düz bir silmeyle çevrelenmiş olan kademelenen sivri kemer Avrupa mimarisinde sıkça karşılaştığımız Gotik etkiler uyandırır. Sebilin arka tarafındaki cami ise örtülü küçük ve basit bir mekandan ibarettir. Fakat minare Osmanlı'nın mührü olarak hala varlığını devam ettirir. Minare, silindirik gövdesi, taş bileziği, üzerindeki tek şerefesi ve küçük bir kubbesiyle Yafa' da yer alan tipik mimarinin bir tekrarı niteliğindedir.

HASAN BEY CAMİ

Hasan Bey Cami, I. Dünya Savaşı'nda Filistin bölgesini 1917 yılında İngilizler işgal etmeden önce Filistin'in son valisi Hasan Bey tarafından şehrin merkezi ve yoğun bir konumuna yaptırılır. Yafa'da bulunan Hasan Bey Cami, yörede yoğun bir şekilde kullanılan kahverengi kesme taşlarla değil, Hasan Bey'in isteğiyle açık renkli taşlarla inşa edilir. Yüksek bir platformun üzerinde yer alan camiye basık kemerli büyük bahçe kapısından girilir. Kemerli avlu kapısının üzerinde 1923-1924 senesinde Ramazan ayında, Yüksek Şer’i İslam Meclisi tarafından tamir edildiği bilgisi yer alır.

BÜYÜLEYİCİ HATACHANA YENİLENMİŞ ESKİ OSMANLI TREN İSTASYONU

Eski Tren İstasyonu; bir zamanlar Kudüs-Yafa tren hattının son durağı olarak, 1892 ve 1948 yılları arasında hizmet vermiştir. Günümüzde ise tren istasyonu pek çok lokanta, kafe ve dükkâna ev sahipliği yapmaktadır.

HaTachana, 1892'de Orta Doğu'da inşa edilen ilk tren istasyonunun bulunduğu yerdi. Eski Yafa ile Kudüs arasındaki demiryolu istasyonu ve hattı, o zamanlar insan ve yük taşımak için develerin yerini alan büyük bir gelişmeydi. İlk yıllarında 35 mil (55 kilometre) yolculuk 6 saat sürdü. Sonunda 4 saate indirildi. İstasyon, 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşuna kadar kullanıldı. Tren istasyonu kompleksinde dolaşarak Pastel tarihi binaların keyfini çıkarabilirsiniz. İsrail modasını yansıtan butiklerine ve ilginç tasarım mağazalarına göz atıp bölge hakkında fikir edinebilirsiniz.

İstasyon kompleksi, Osmanlı döneminden kalma 22 binadan oluşmaktadır. Ziyaret etmesi ilginç, eğlenceli ve Müslümanlar açısından hüzünlüdür. Çünkü ecdadın bu kadar yapısının İsrail işgali altında olup Müslümanlara zulmedildiği gerçeği asla çıkmıyor bu kutsal bölge tarihine hakim birinin aklından. Tarihi tren istasyonu, kargo terminali, Arap tarzı 'Kızıl ev, bir tuğla fabrikası ve İsrail'e taşınan bir Protestan mezhebi olan Alman Tapınakçıların bir parçası olan Wieland ailesine ait villa yer alıyor.

Gelecek yazımızda hep beraber kadim şehir KUDÜS’ü ziyaret ederek Mescid-i Aksa da Miraç Gecesinin feyzinden nasipleneceğiz…










































AYNUR KARABULUT

KUDÜS GEZİ NOTLARI

İKİNCİ BÖLÜM

49 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page