top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAynur Karabulut

DOĞRU OLANIN DEĞİL GÜÇLÜ OLANIN KAZANDIĞI BİR REKABETİN İÇİNDEYİZ!..

Çocuklarımızın hayal gücüne, edebiyat zevkine katkı sağlamaya çalışan sevgili Melek Çe ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Buyrunuz efenim...

Melekçe kimdir, Neden Melekçe?

Birden çok kimliğim var; anne, öğrenci, çocuk edebiyatı yazarı, sanat ve edebiyat meraklısı… Kendime sade bir yol çizdim. Bu yolda çocuklarımızın hayal gücüne, edebiyat zevkine bir katkı sağlamaya çalışıyorum. Zaten bu başlı başına bir iş ve hayli zamanımı alıyor. Tabii kimlikler üzerinden düşününce böyle. Yoksa birine kimsiniz diye sorduğunuzda çok daha derinlikli cevaplar da verilebilir.

Nasıl bir çocuktunuz ve nasıl bir çocukluk yaşadınız?

Benim dönemimde çocukluğunu yaşayan herkes gibi aile, akraba, okul, mahalle, bahçe, sokak, oyun kavramlarını güçlü bir şekilde hissederek, yaşayarak büyüdüm. Oynadığımız oyunlar, eve gitmemek için uydurduğumuz bahaneler, komşu teyzenin kendi çocuğuyla birlikte bizi de düşünüp hazırladığı kekler, ekmek arası peynir zeytinler, hamur kızartmaları hâlâ hatırımdadır. Benim hayatımda bir de vazgeçilmez bir şekilde kitaplar vardı; macera kitapları, ansiklopediler, masallar, çizgi romanlar… Sanırım bunlar hayal gücümü fazlasıyla tetikledi. Neşeli ve mutlu bir çocuktum ben.

İlk kez ne zaman yazmaya başladınız?

Şimdi bakıyorum da aslında yazı hayatımda hep olmuş. İlkokulda kendi kendime kurguladığım masallar, orta okulda hayal ettiğim ajan hikâyeleri, lisede edebiyat notlarımın genellikle yüksek oluşu, şiir yarışmalarında kazandığım ödüller yazıyla barışık olduğumun göstergesiymiş. İşin aslı, ben yazmaktan ziyade okumayı ve fikir üretmeyi seven bir okurdum. Yazı apayrı bir disiplin. Tabii bunun böyle olduğunu fiilen yazmaya başladığım zaman anladım. Çocuk edebiyatı yazıları ise 1997 yılının haziran ayında Mavi Kuş Dergisi ile başladı ve bugüne kadar devam etti.

Neden çocuk kitapları?

Bizde çocuk kitapları geç gelişen bir alan. Bazı yazarların kendi eserleri dışında çocuklar için yazdığı eserleri saymazsak pek rağbet görmemiş. Cumhuriyetin erken dönemlerine baktığımızda başlı başına çocuklar için yazan isimler bir elin parmaklarını geçmez. Oysa milletin devamlılığı ve kültürün taşıyıcılığı açısından çocuk en temel unsur. Bu sebeple çocuğun hayal gücünün beslenmesi, merakının kışkırtılması, insani değerlerinin canlı tutulması, adalet duygusunun kazandırılması, düşünme yöntemlerinin öğretilmesi gerekiyor. Bunları direktifler, yönergeler vererek yapamazsınız. Masallar, destanlar, kıssalar, öyküler anlatarak yapabilirsiniz ama. Öyküyle zihin inşa etme modern düşüncenin keşfiymiş gibi görünebilir ama bu sözlü kültürün kendi doğasında zaten var. Ben de yazmaya başladığım dönemde fazlasıyla eksik olduğumuz çocuk edebiyatı alanına bir katkı vermek istedim.

Şu ana kadar kaç kitap veya öykü yazdınız? Yakında gelecek projeleriniz neler?

Katkı verdiğim eserler dışında şu an yirmi yedinci kitabımı yazıyorum. Ayşe ve Küçük Midil, Sınıf Öyküleri, Deyim Öyküleri birbirinden farklı öyküler anlatan eserler. Macera romanı olarak kurguladığım Badem Operasyonu, Gizli Deney, Acıbadem Operasyonu, bilim kurgu dalında Profesör Binbilir’in maceraları, fantastik kurguda Uçan Halı, Kaf Dağı Padişahı, Cin Çin Maçin, Billur Ece romanlarından sonra şimdi de bir polisiye serisi masamda. Patojenik Prenses, Zencefilli Tiyatro, Siyah Merkez’den sonra henüz adını belirlemediğim dördüncü kitabı yazıyorum. Polisiye serisinin ardından başka projeler de gelecek İnşallah.

Siz mezun olduktan sonra uzay geometrisi ve geometri alanında çalışmalar yaptınız. Uzaya ilgisi olan, çocukluğundan beri Ay’a çıkmanın hayalini kuran, yıllardır Nasa’nın resmi hesaplarına; "NASA beni Ay'a götür" diye mesajlar gönderen biri olarak sormadan olmaz. Uzay geometrisini biraz anlatır mısınız? Ne gibi çalışmalarda yer aldınız?

Geometri ilginç bir alan. Varlık alanında yer kaplayan her cismin bir şekli var. Bizler Öklid Geometrisinde genel olarak üçgen, dörtgen, beşgen, çember gibi belirli şekilleri öğreniyoruz ama uzay geometrisine adım attığınız anda çok daha zengin bir şekil evreni çıkıyor karşınıza. Doğrulardan çok eğrilerin, düzgün şekillerden ziyade düzgün olmayan şekillerin, çok boyutlu denklemlerin olduğu bir evren bu. Severseniz çok zevkli. Değilse kâbus gibi gelir insana. Ben seviyorum. Benim bu konudaki araştırmalarım kişisel. Herhangi bilimsel bir çalışmada yer almadım ama eserlerimde bu bilgileri hayli kullandım. Profesör Binbilir’in maceralarında Gaus’un alan ölçme yöntemlerinin yanı sıra kendi kurguladığım deneyleri ve geometri teorilerini kullandım. Profesör Binbilir’i okuyanlar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır.

Hikayelerin, masalların, öykülerin çocukların üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yukarıda sözlü kültürün çocuk üzerindeki etkisine değinmiştik. Aslında bizler görsel öykülerle zihinlerin şekillendirildiği, zihniyetlerin inşa edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Sinema filmleri, tiyatro teknikleri, romanlar daima bir kurmacaya inanmaya davet ediyor bizi. Edebiyat tarihimizde de Tanzimat Edebiyatı Türk modernleşmesinin inşası için kullanılmış, başarıya da erişmiş. Yani edebiyatın araçsallaştırılması, romanın, öykünün değiştirme gücü bugün çok iyi kullanılıyor. Hatta edebiyatta kitabını yazıp, felsefede teorisini kurguluyor, sinema filmleriyle kitlelere ulaştırıyor ve akademide bütün bunları referans veriyorsunuz. Bakın bilgi üretildi bile. Sonra insanlar bunun peşinde koşuyor. Aynı uygulamalar çocuklar üzerinde çok daha etkili sonuçlar veriyor. Bu sebeple çocuklarımıza verdiğimiz eserlerin niteliği ciddiye alınması gereken bir konu. Bugün üretilen bazı eserlerin uluslararası piyasada, sosyal medyada canhıraş pazarlanmasına, sadece edebiyat eserlerinin pazarlanması olarak bakamayız. Bir kültür, bir yaşama biçimi pazarlaması bu aynı zamanda. Doğru olanın değil güçlü olanın kazandığı bir rekabetin içindeyiz. Ne izliyorsanız ne okuyorsanız o evrenin içindesiniz. Bizim çocuklarımız hangi evrende olmalı. Soru bu.

Okuyan ve yazan çocuklar; okumayan, yazmayan çocuklardan hangi yönüyle ayrılır?

Eskiden olsa bu ayrımı farklı şekillerde yapabilirdik. Sözlü kültürün zihni dinç tutan, kıvrak bir yanı var. Yani okuması yazması olmasa bile kendisine aktarılan bilgi ile başarılı olacak çocuklar mümkündür. Anadolu kültürü de büyük oranda sözlü kültüre dayanır. Yazı, hayatın içine dahil olduğu anda birtakım işaretler artık değişmeyecek, eğilip bükülmeyecek şekilde hayatımıza girer ve bu sembolik anlatım zihni değiştirir. Sözlü kültür imkanları ile yetişmiş bir çocuk ile yazılı kültür imkânları ile yetişmiş iki çocuğu karşılaştırma imkânımız bugün maalesef yok. Zaten, gelinen noktada bilgi birikiminin azameti karşısında sözlü kültürle yola devam etmek neredeyse imkânsız. Bilgiyi kodlayarak depoluyor ve bilgi bankaları oluşturuyoruz. Bu sebeple eğitim okuma ve yazma üzerine inşa edilip daha sonra öğrencilerin seçtikleri alana göre bilgiye erişmesi öngörülüyor. Buna ilave olarak daha geniş yelpazede okuma yapan çocuklar sistemi hızlı kavrıyor, yol alıyor ve başarılı oluyorlar. Bu kaçınılmaz bir sonuç. Yani okumak çocuğun sistemle ilişkisini belirliyor. İlaveten, kendisini tanımasına, varlığını keşfetmesine, kimliğini kurgulamasına yardımcı oluyor. Sonuç olarak aileden başlayarak topluma doğru genişleyen daireler içinde çocuk kendisine bir yer buluyor.

Ülkemizde çocuk edebiyatını yeterli buluyor musunuz?

Son dönemde üretilen çok fazla eser var. Bunlara bakıp da şu iyi şu kötü deme hakkını görmüyorum kendimde. Ama bazen ümitle elime aldığım bir kitabın anlatımı, dili, kurgusu beni hayal kırıklığına uğratıyor. Özellikle okuma yaş grubu için hazırlanan ve çocuk romanı, çocuk kitabı diye sunulan kitaplarda bol bol gündelik ağız kullanıldığını görüyorum. Sanrım bu şekilde yazmayı çocuk kitabı yazmak zannediyorlar. Bunu doğru bulmuyorum. Çocuk kitabının bir alt yapısı, edebi dili, sağlam bir kurgusu, mantıklı bir olay örgüsü olması gerekir. Bu özeliklere sahip olmadığı halde iyi kitap olarak tanıtılmalarına şaşıyorum. Okul öncesi kitapları ise gerek çizgi gerekse öykü dili olarak daha başarılı geliyor bana. Tabii bunlar benim kişisel gözlemlerim. Ülkemizde üretilen çocuk edebiyatı yeterli mi sorusuna gelince, hiç duraksamadan sayabildiğimiz, klasikleşmiş, en az elli kült eserimiz olduğunda yeterli diyebiliriz. Saymayı deneyin isterseniz.

Çocuklar büyüdükçe masumiyetini neden kaybeder?

Bu çok zor ve cevap vermek istemediğim bir soru. Onlara masumiyetlerini kaybetmeyecekleri bir dünya sunabildik mi? Sunabilir miyiz? Böyle bir projemiz var mı? Önce bu sorulara cevap vermemiz gerekir.

Hikayelerinizi yazarken ilham kaynağınızı nereden veya nelerden besliyorsunuz?

Benim ilham kaynaklarımın başında tabiat ve evren yer alır. Her zaman esinlenecek bir şeyler bulurum orada. İkinci olarak çocuklarım, okurlarım, hayatın içindeki ayrıntılar, bir sembolün çağrıştırdıkları, okuduğum bir cümle, bir şiir ilham kaynağı olabilir, bana fikir verebilir. Okuyarak bu fikirleri beslerim. Ta ki eser ortaya çıkıncaya kadar. Sonra, eser okuruna ulaşır ve bu andan sonra ona ait olur, ben de yeni bir fikrin peşine düşerim.

Çocukların dünyasına dahil olup onları anlayabiliyor muyuz?

Bu soruya çocuklar cevap vermeli. İmkanları yerinde, aile çatısı altında yaşayan çocuklardan söz etmiyorum. Ailesi tarafından bakıcıya veya kreşe bırakılan, mahallede oyun alanı bulamayan, anne veya babasından birini veya her ikisini kaybetmiş, terkedilmiş veya kanunla muhalif düşmüş veya çalışan veya sokaklarda yaşayan çocuklar cevap vermeli bu soruya. Rahat düzlemlerde çocukla ilgili konuşmak çok kolay. Bu açıdan çocukla ilgili üretilen projeleri takip ediyorum. Belediyelerin sokak çocukları ile ilgili uygulamaya koydukları spor aktiviteleri, sivil yardım kuruluşlarının yiyecek, giyecek, barınma, eğitim programları ümit verici. Tabi bizde bir de kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmeleri meselesi var. Her şey güllük gülistanlık olmayacak ama bu onları düşünmeyeceğimiz anlamına gelmiyor elbette. En azından çocuklarımızı anlamaya çalışıyoruz diyebiliriz.

Sizce çocuklar büyüklerden ne bekliyor?

Bir çocuk için dünyadaki en önemli iki varlık anne ve babadır. Ne verir anne baba onlara? Sevgi, güven, sıcak bir yuva ve ilgi, başardığı zaman takdir, hata yaptığında af ve doğruya teşvik… En önemlisi de varlığına saygı. Sanırım bütün canlılara göstermemiz gereken bir şey saygı. Varlığına, yaşama alanına, devamlılığına…

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Okurlarımın hayal güçlerine, sevme kabiliyetlerine, heyecanlarına saygı duyuyorum. Bunları koruyabilmek, insan kalabilmek için önce kendime olmak üzere, hepimize okumaya devam, diyorum. Herkese sevgiler…

Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Sayenizde çocukların hayal dünyasında bir gezintiye çıkmış olduk. Eyvallah


Melek Çe kimdir?

1968 yılında Samsun'da dünyaya geldi. Eğitimini sırası ile İstanbul, Bolu ve Edirne'de tamamladı. İstanbul Teknik Üniversitesinde lisans eğitimine başladı ve İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden tamamladı.

Mezun olduktan sonra uzay geometrisi ve geometri alanında çalışmalar yaptı.


RÖPORTAJ / Aynur KARABULUT

Mart 2021

149 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page