top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıAynur Karabulut

İNSAN MÜCADELE ETMEYİ ÖĞRENMELİ!..

Salih Yüzgenç 28 yaşına çok fazla yaşanmışlık sığdırmış genç bir kardeşimiz. Üretiyor, çalışıyor, okuyor, öğreniyor, geziyor istediği hayatı müdahaleye açık olmayacak şekilde yaşıyor. Evli ve dünyalar tatlısı 7 aylık bir kız babası. En önemlisi sorumluluğunun bilincinde ne yaptığını ve ne yapacağını bilen örnek bir GENÇ. Ülkemizde elinizi sallasanız çarpabileceğiniz “Herkonologlara” rağmen “MUŞ” “MIŞ” gibi den ziyade gerçekten yaşıyor. Hemde ne yaşadığının farkında olarak. Önce kendim yakından tanımak ve sizinle buluşturmak istedim sevgili Salih'i… Ben büyük bir keyif, heyecan ve merakla bir gençten payıma düşeni heybeme aldım. Sizin de keyifle okuyacağınızı düşünüyorum. Buyurunuz efenim…

Gerçek anlamda Salih Yüzgenç kimdir?

Aslen Çorumluyum. 1992 yılında İstanbul Sarıyer’de doğdum. Ortaokul ve liseyi Maltepe’de okudum. Çocukluk ve gençlik yıllarım futbolcu olma hevesi ile geçti. Fenerbahçeliyim, hâlâda maçları takip ederim. Evde sürekli futbolcu posterleri, sporcu kartları ile geçen bir yaşamla büyüdüm. Futbolcu olmayı çok istediğim içinde eğitim olarak geleceğe dair pek bir hedefim yoktu. Lise döneminde bir müdür yardımcımız vardı,“Seni İmam Hatip Lisesi’ne gönderelim” dediğinde ailemin de istekli olmasından dolayıkabul ettim. Maltepe Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldum. Üniversite sınavında 30. tercihim -ki son tercihim- olan Erzurum Atatürk Üniversitesi Gazetecilik bölümüne yerleşince üniversite eğitimi için Erzurum’a gittim.

Üniversiteye gidince hayatım boyunca futbolcu olma hayalimolmasından kaynaklı herhalde; gençlik heveslerimden fırsat bulup az önce sorduğunuz“Gerçek anlamda Salih Yüzgenç kimdir?”kısmını hiç düşünmediğimifarkettim. İstanbul’dan Anadolu’daki bir şehre gidince özellikle kırsal kesimden gelenlere göre daha havalı görünüyorsunuz. Ama biraz sınırlı bir alanda büyümüş, imam hatipten 35 erkekle aynı sınıfta okuyarak mezun olmuş, hayat tarzı, gittiği yerler, siyasi görüşü belli olan biriyseniz pek de öyle değilsiniz. Ailenizin siyasi ve dini görüşünden etkilenmiş ve o doğrultuda yaşamış birisiniz aslında.Bu yüzden de çok fazla bir şey görüp yaşamadığım için kendimin “Gerçekte kim olduğum” kısmıyla hiç ilgilenmediğimi fark ettim.

Orada yaşayan gençlerde yaşanmışlık batıdaki gençlere göre çok daha fazla. Dolayısıyla batıdan alınan eğitim ve yaşam şekli ile oraya gidildiğinde onların aldığı hayat dersleri karşısında yetersiz kalınıyor ve çatışmalar, sorgulamalar başlıyor olabilir mi? Hele ki okuduğun dönem için konuşuyoruz…

Evet, kesinlikle öyle. Erzurum’a gittiğim dönem;Türkiye’de çözüm sürecinin en sert geçtiği, okulumuzda büyük kavgaların olduğu bir dönemdi. Bıçaklanmalar, yaralanmalar oluyordu. Kavgaları engelleme maksatlı bazı fakülte kantinleri bölünerek duvar bile örülmüştü. Ben o dönemde biraz izole kalmayı tercih ettim. Tabii ki politik, siyasi görüşüm vardı ama apolitik olmayı da seviyordum.

Üniversitede dersler başlayınca sadece erkeklerin olduğu bir sınıf ortamından, birden her tarzda gencin olduğu bir ortamda buldum kendimi. 80 kişilik sınıfta hoca bizi tek tek tahtaya kaldırıyordu ve kendini anlat diyordu. Bense sınıfa bakınca kızları görüp çekiniyordum; kendimi tam ifade edemiyordum, utanıyordum herhalde... Hani sen şimdi “Kendini anlat” diyorsun ya, işte o zaman kekeliyordum, konuşamıyordum resmen. “Bu böyle gitmez” diyerek arkadaşlarla konuşmaya, iletişim kurmaya başladım. Biri özgürlük, birisi hakların kardeşliği, diğeri“Ben ülkücüyüm” diye başlıyordu sözlerine. FETÖ’cüler de vardı tabii, onlar sessiz sessiz takılıyordu. Ortamda herkesin bir siyasi görüşü var. Bense sadece bakıyordum. Hiç düşünmemişim, hiç dert etmemişim bunları. Biri ben Kemalistim derken başka biri “Ben dini görüşümde Allah’a inanmıyorum” diyordu. Bunu duyunca “Ne demek ya!Adam Allah’a inanmadığını söyledi” deyip şok olmuştum mesela.

Sonrasında temelimde İslami bilgi ve hamd olsun ailemden aldığım bir şuur olduğu için derinlemesine araştırmaya, okumaya ve onlarla tartışmaya başladım. Hamurumu o dönemde yavaş yavaş yoğurdum diyebilirim. Akabinde Erzurum’dan bir arkadaşım “Salih sen gazetecilik okuyorsun, bu işlere meraklısın İstanbul’da Genç Dergisi var, seni oranın editörü ile tanıştırayım” dedi. Biz o sırada bir grup arkadaşımla öğrenci dergisi çıkarıyorduk. Gerçekten kötü bir dergiydi ama güzel bir heyecan ve arkadaşlığın ürünüydü...

Genç Dergisi’nin Üsküdar’da ki binasında derginin editörü Süleyman Ragıp Yazıcılar ile görüştük. Tabii o zamanlar ben de dergi çıkardığım için kendisi ile havalı havalı,“Ben biliyorum bu işleri” edasında konuşmuştum. Buna rağmen kendisi beni çok sakin, anlayışlı ve güler yüzlü karşıladı. Emeği çoktur üstümde. Tanıştıktan sonra frekansımız tuttu. Sevdik birbirimizi ve yaz aylarında Genç Dergisi’nde staj yapmaya başladım.

Üniversiteye 2011 yılında girmiştim. 2014 yılında ise hayatımı değiştiren bir olay yaşadım. Hayatımın dönüm noktası diyebilirim… Çankırı’daki bir trafik kazasında anne ve babamı kaybettim. Allah rahmet eylesin. Ablan ve bir kardeşim var. 3’ümüz kaldık birdenbire. O dönem bir travma olmadı ama aslında çok zor zamanlar yaşadığımı şimdi görebiliyorum. Bir sohbet esnasında bir psikologla konuşurken bunları anlattığımda, “Senin üzerinden tır geçmiş sen ne yaşadığının farkında değilsin” demişti. Şimdi bazen ablamla o günleri hatırlayıp“Hakikaten biz neler yaşadık böyle…” diyoruz.

Kaza sonrası okulu kafamdan tamamen silmiştim. Ama sağ olsun o dönem fakülte dekanımız olan Prof. Dr. Uğur Yavuz hocam beni arayarak “Sen okulu dert etme, hallederiz” demişti. Sonrasında sınavlara gidip gelerek okulu bitirdim. Bu arada yeri gelmişken belirteyim, Türkiye’de gazetecilik çok zor bir bölüm değil. Bence herkes okuyabilir. Ama bizim okulda aldığımız eğitim fena değildi. Hocalarımızdan Allah razı olsun alanlarında kaliteli isimlerdi. İstanbul olmamasına rağmen (Doğu diye burun kıvrılıyor) hocalarımız çok iyiydi. Baya uğraştılar. Çok öğretici oldular.

Konuya dönecek olursam 2014’teki kaza haberini, Süleyman abiyle beraber dönemin Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ile bir röportaj yaparken almıştım.Apar topar dayımlar ve teyzemle birlikte yola koyulduk… Ölümlerini ise Whatsapp gruplarına gelen mesajlarda öğrendim :) Yalan yanlış çok şey yazıldı, efsaneler üretildi. Kaldırttığım haber, şikâyet ettiğim çok haberci oldu. Annem olay yerinde babam ise hastanede hayatını kaybetti. O günden sonra kendi kontrolüm, isteğim dışında uğraşmam gereken birçok sorumluluk almam gerekti. Ergenlik dönemi rüzgârı olan, “Ben artık büyüdüm; kendi ayaklarım üzerinde durmak istiyorum, babamdan para almak istemiyorum” gibi düşüncelerimin ne kadar da masum olduğunu gördüm… Ayrıca bunları yaşadıktan sonra Türkiye’nin nasıl bir yer olduğunu da yaşayarak öğrenmiş oldum. Kötü anlamda değil; yaşam anlamında söylüyorum. O zamana kadar hayat adına hiçbir şey bilmiyormuşum aslında. Ben bir ülkede yaşıyorum ve o ülkenin hukuk, sağlık sisteminin nasıl yürüdüğünü bilmiyorum. Hastanenin ne demek olduğunu, doktorla nasıl konuşulacağını, ameliyat sürecini, adliyede ne yapmam gerektiğini, avukatla, hakimle nasıl konuşacağımı bilmiyormuşum;hepsini bu süreçte öğrendim. Belli bir zaman geçip yaşadıklarınızın tazeliğinin yaşattığı o durumu atlattıktan sonra anlıyorsunuz bunu. Tabii tamamen atlatmanız imkânsız. Hâlâ ufak tefek durumlarla duygusal yoksunlukla karşınıza çıkabiliyor. Ama Allah’a şükür ilk günkü gibi olmuyor, üzerinden zaman geçiyor. Zaman yavaş yavaş yaralarınızı sarıyor…

2014’ün sonuna doğru Genç Dergisi’n de çalışmaya başladım. Süleyman abinin yardımcısı olarak yazı işlerinde çalışıyordum ve bir yandan da Uluslararası Genç Derneği’n de görev aldım. Mehmet Lütfi Arslan abiyle Erkam Radyo’da 2014 Kasım ayında başlayan Genç Zamanı adlı bir programı 2020 yılına kadar devam ettirdik. Uzun soluklu bir program oldu. Bu sene sonlandırdık. Böyle engebeli bir yürüyüşle bu zamana kadar geldik.

Tabii“Salih Yüzgenç kimdir?” sorusunun cevabı çok geniş bir soru. Bunu uzun uzun anlatabilirim. Özetle ben kendi dünyamın, kendi alanımın bana özgü, bana mahsus olduğunu düşünüyorum. Herkes için de öyledir. Bana özgü gerçek bir dünyam var ve yine bana göre herkesin de kendine özgü bir dünyası var. Klişe olsun diye söylemiyorum. Samimi söylüyorum. Bir insan bir insanın hayatına karıştığı zaman, bir insan bir insanın hayatına müdahale ettiği zaman çatışma başlıyor. Biz bu çatışma düzeyinden çıkamıyoruz. İstiyorum ki insanlar birbirine bu kadar fazla müdahale etmesinler. Ben kendi zorluklarımı, kendi mücadelemi kendim veriyorum. Aslında tamda olması gerektiği gibi kendim öğreniyorum hayatımı. Kimse kimsenin hayatı üzerinden ahlak bekçiliği yapmaya soyunmamalı. Bu hakkı kendinde görmemeli. Özellikle sosyal medya üzerinden kimse kimseyi ikna edemez. Bu mümkün değil.

Sosyal medya demişken gerçekten o dünya çok başka bir dünya. Sen ne düşünüyorsun neler oluyor o dünyada? Bir de birçok özelliğin var ama nedense kendine “Video İçerik Üreticisi” dedin. Bu tanım gerçekten seni bütünüyle özetliyor mu? Tüm yeteneklerini kapsıyor mu?

Instagram’da profil güncellerken “gazeteci, editör” gibi birçok tanım vardı. O sırada ben de video üretiyordum ve bu başlığı görünce onu seçtim ama şu sıralar video üretmeyince yavan kaldı, değiştirebilirim. Aslında şu an reklamcıyım. Nuh'un Gemisi Reklam ajansında Genel Koordinatörüm. İşimi severek yapıyorum çünkü çok şey öğreniyorum.

Sosyal medyaya gelince ben gerçek hayatta insanların giyim kuşamıyla, düşünce ve yaşam şekilleriyle uğraşmam, hiç karışmam, umurumda da olmaz. Aynı şekilde kendime karışılsın istemem. İstediğim gibi yaşamayı severim. İnsanlar birbirlerinin hayat standartlarına, özgürlük alanlarına, düşüncelerine müdahale etmediği müddetçe mutlu bir şekilde aynı ortamda yaşayabilir. “Özgürlük” lafları birçok kişi tarafından söylenen çok klişe,popülist laflara dönüştü…Herkes haddini bilerek yaşamalı. Başkalarının özel alanlarına müdahale hakkını çok saçma ve gerici bir tutum olarak görüyorum. Yorucu buluyorum. Ve özellikle dijital dünyada bu yaşam konforu neredeyse hiç mümkün değil. Gerçek hayatta bile yaşarken zorlandığınız bu durumu sosyal medya hiçbir şekilde size tanımıyor. Anında linç ediliyorsunuz. Kendisine uymayan bir paylaşımınızla akıl almaz ithamlarla psikolojik saldırıya maruz kalabiliyorsunuz.

Mesela geçenlerde Fenerbahçe’nin bir maçını izlemek için stada gitmiştim. Sonra sosyal medya üzerinden stattan çektiğim bir fotoğraf paylaştım. Anında birileri mesaj göndermiş. “Gözümden düştün, senden beklemiyordun”falan diye. Dönüp fotoğrafa baktım “Acaba nereye gitmişim, nereden fotoğraf paylaşmışım” diye. Futbol maçına gitmenin bazı insanlar için bu kadar anormal olabilmesi bana çok şaşırtıcı geldi. “Ne bekliyorlar bizden?” diye düşündüm… Kaldı ki aslında benim nereye gittiğim seni ilgilendirmez. Bu hakkı kendinde nasıl görüyorsun? Bu nasıl bir cüret. Bir had aşımı… Türkiye’de böyle bir kitle çoğaldı ve hızla artıyor maalesef. Türkiye’de imkanlar, rahatlıklar arttı belki ama düşünce anlamında sosyal medyanın etkisiyle çok eksilerde kaldık. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle herkes her şey hakkında fikir sahibi oldu.

Tamam insanlar haddini aşıyor çok karışıyor ama bu had aşımı noktasında bana göre bizim kendi haklarımızı bilmediğimizi düşünüyorum. Bize özel olup korunması ve hiç müdahale almaması gereken alanlarımızın farkında değiliz. Kendi hayatımıza sahip çıkmadığımız, kendi sınırlarımızı koruyamadığımız için başkaları bu hakkı kendinde görüyor. Eğer biz kendi sınırlarımızı çizebilseydik bu hakkı kendilerinde göremezlerdi. Sınırlarımızı iyi anlatıp koruyamadığımız için dışarıdan bu kadar müdahale alıyoruz. Özellikle bu durum çocukluğumuzdan beri “el alem ne der algısı ile büyütülmüş bizler için” sosyal medyada bazen başa çıkılmaz bir hal almaya başladı. Takipçi ve beğeni kaybetme korkusu, başkasının nasıl gördüğü, nasıl yorumladığı, beğenip beğenmeyeceği kısmı ile ilintili olduğunu savunuyorum. Tabi bilinçli bir kullanıcı ve sınırlarını koruyabilen seni tenzih ederek. Şahsen sosyal medyayı yoğun kullanan biri olarak bende bu hakkı hiçbir takipçime vermiyorum. Sosyal medyayı yoğun kullanan bireyler olarak temel sorunumuz bu bence. İnsanlar genelde başkasına nasıl göründüğüne çok fazla takılır. Bu sebeple sınırlarını net bir şekilde belirleyip çizemez karşı tarafta bundan cesaret alarak müdahaleye başlar. Mesela ben Freelance bağımsız derken kurum, kuruluş, STK, birey bütünüyle bir Bağımsızlıktan bahsedebilmem için takipçi ve beğeni bağımsızlığından da bahsedebilmeliyim. Umurumda olmamalı. Bunu başarabilirsek tam olarak kendimiz oluruz ve tam olarak bağımsız yaşayabilir, alanlarımızı koruyabilir, müdahaleyi azaltabiliriz. Ama yine de tamamen yok sayamayız çünkü insanoğlu doğası gereği hep başkasının hayatını merak eder ve hep başkasını kendine uyarlamaya çalışır. Yeri gelmişken şahsım adına tekrar etmiş olayım. Ben Freelance bir Aktivist ve gazeteci olarak kurum, kuruluş, STK, şirket, cemaat, takipçi ve beğenilerden de bağımsız bir hayat yaşıyorum. Günahıyla sevabıyla, doğrusu yanlışıyla kendi hayatımı yaşıyorum. Hemde hesabını zamanı geldiğinde yine sadece ve sadece eş, aile, akraba, dost, arkadaş, takipçilerden bağımsız tek başıma vereceğim, ödülünü cezasını tek başıma alıp paylaşamayacağım bir hayat yaşıyorum. Bu şekilde düşünüp bu şekilde yaşamanızı tavsiye ediyorum. Çünkü gerçekten bu şekilde yaşayabilince çok rahatlatıcı ve eğlenceli oluyor sosyal mecra. Hayatınızın tadına varıyorsunuz. Ve başarınızın üzerine koyarak ilerliyorsunuz. Bu konuda bende de çok birikmiş senin aracılığınla tekrar aktarmış olayım

Kesinlikle katılıyorum Aynur abla. Bende öyle düşündüğüm için yol alıyorum ve varsa bir başarım, buna bağlıyorum. İnsanlarla iletişim kurabilmek çok önemli ama bizde iletişim kurmaktan ziyade “Herkonolog” dediğimiz bir tayfa var. Herkese akıl verdiğini, her şeyi bildiğini zannederek her hakkı kendinde mubah gören sözde uzmanlar… Bu konudan bende mustaribim. Ama takılmıyorum, kendi yoluma bakıyorum ve enteresandır ki herkonologlar yerinde sayarken ben nasıl yol alıyorum kısmında da konuşulabiliyorum.

Sosyal medya bile olsa “sevmek zorunda değilsiniz ama saygı duymak zorundasınız.” Gözüyle bakıyorum ve öyle kullanıyorum. Ama genel anlamda bizde sosyal medya kültürü diye bir kültür yok. Nasıl kullanacağımızı, nasıl yöneteceğimizi, nasıl davranacağımızı, nerede duracağımızı bilmiyoruz. Ve bana göre klavye başında başkasına ahkam kesenler konu her ne ise kendinde gördüğü eksikliğin başkasında ortaya çıkmasıdır. Kendisinin baş edemediği duygu ve sorunları kendisi üzerinden çözemeyince benim veya senin veya herhangi tanımadığı birinin üzerinden çözmeye çalışıyor.

Katılıyorum. Ayrıca farklı bir kimlik oluşturma mevzusu çok yaygın sosyal medya üzerinde. Olmadığı bir kişiliği yansıtmak ve gerçekte olduğu kişiyi gizlemek gibi. Sosyal medyada gösterilen dünya gerçek dünyamız değil. Gösteri evrenine ayak uydurmak için popüler, parlatılmış taraflarımızı yansıtıyoruz. O gösteri dünyası içerisinde tatile giden, lüks yaşayan, sürekli harcayan biri gibi görünürken aslında benim gibi Ümraniye’de ev kirası ödeyen, ay sonu faturası için cebelleşen gerçek biriyiz. Gerçekleri yansıtmak yerine sosyal medyada gerçek olmayan bir dünya kurup onu paylaşıyoruz. İstediğimiz belki de düşlediğimiz ama sahip olamadığımız hayatı oraya varmış gibi yansıtıyoruz ve işin acı tarafı buna inanıyoruz. Mesela sosyal medyada geçen Ocak ayında bana gelen 700 TL’lik doğalgaz faturasını paylaşmadım. Başka şeyler paylaşırken aslında doğalgaz faturası ve onu nasıl ödeyeceğim kısmı yaşadığım gerçek hayatımdı. Benim hayatım kira-fatura ödeyen, işe giden, stres yaşayan biriyken sadece paylaşılandan ibaret sayılıyorum takip edenler tarafından. Birde göz önünde olan insanlara ki sizde maruz kalıyorsunuzdur normal bir hayat yaşamaya hakkı yokmuş gibi bakılıyor. Bir arkadaşıyla oturup sohbet edemez, gezemez, maça gidemez gibi. Muhabbet esnasında videodayken ezan okunmuştur ben dalmış ve müziğin sesini kısmamış olabilirim veya ayakta su içmiş olabilirim. İnsanlık hâli dalgınlıkla yapabilirim. İnsanım sonuçta. Bunlar gerçek hayatta normal karşılanan insanlık hâli iken göz önünde olunca linç etmek için birer sebep oluyor. Bunlar için neden linç edilir ki bir insan?.. Kendi dünyasının dışında kimseyle muhatap olmamış, okumamış, araştırmamış insanlar sosyal medya üzerinden yargı dağıtmaya bayılıyorlar.

Herkesin bir dünyası var. Ama herkes kendi dünyasının dışında ki dünyalarla ilgili. Kendi dünyasının dışında her şeyi kendine göre uyarlayıp düzeltmeye müdahale etme gayreti içinde. Biz kendi dünyamızla ilgilenmeyi bıraktık. Sürekli başkalarının hayatlarında ve yolunda onların yanlışlarını arıyor olduk. Başka insanların yollarında gittiğimiz içinde kendimizi göremez ve yol alamaz olduk bu da beraberinde mutsuzluğu getirdi diye düşünüyorum. Sosyal medyanın hayatımızda ki mutsuzluklarla ilişkisi var mı? Yani sosyal medya beraberinde mutsuzlukta getirdi diyebilir miyiz? Ne düşünüyorsun bu konuda?

Bu dediğiniz gerçekten önemli. Her insanda Allah’ın bir tecellisi var. Her insan Allah’ın bir Ayeti gibi. Kur’an-ı Kerim’de 6666 tane ayet var. Ayetleri dönüp okuduğumuzda “Acaba Rabbim bana mı dedi?” gibi bir duyguya kapılıyoruz. Eğer bu gözle okuyabilirsek payımıza düşeni alırız. Biz kendimize bakıp asıl değiştirilmesi gereken kişilerin kendimiz olduğunu düşünmediğimiz için kendi yolumuzdaki güzellikleri görüp tadını çıkaramıyor ve tehlikeleri görüp önlem alamıyoruz. Özellikle sosyal medyada paylaşılan her şeye muhalif bir durum oluştuğu ve özenti sebebi olduğu için mutsuzluk oranını artırıyor.

Gençlik konusunda ne düşünüyorsun? Bir genç olarak gençlerle ilgili analizlerin nelerdir?

“Bu gençlerin hâli ne olacak, bu gençler boş boş yaşıyor, bir işe yaramıyor”gibi sözlerden çok rahatsız oluyorum ve yanlış buluyorum. Bir genci iletişim şeklinizle ya kazanırsınız ya da kaybedersiniz. Gençler zaten sürekli eleştirilip dışlandıkları için kendinden yaşça büyüklere karşı bir adım geri çekilip kurtulmaya bakıyorlar. Yaşça büyükler söylemlerle otomatikman gencin kaçışını desteklemiş oluyor diye düşünüyorum. Böyle konuşulduğu sürece ortak bir payda bulmak imkânsız. Büyüklerimizin Z kuşağı diyerek ötekileştirdiği kuşak o büyüklerle alay eder hâle geldi. Büyükler gençlerle veya çocuklarla frekans kuramıyor. Çocuklar anne ve babalarını kandırıyor. Neden? İletişimsizlikten. Frekans kopukluğu maalesef çok fazla. Boş bir gençlik olduğunu düşünmüyorum ama ne yapacağını bilmeyen bir gençlik oluştu diyebiliriz. 28 Şubat vb. gibi kilit dönüm noktalarını görmeyen gençler biraz daha bocalayarak, amaçsızca yol alabiliyorlar. 15 Temmuz veya benzeri durumları yaşayan gençler ise biraz daha fazla farkında olarak doğru yön bulabilirler. Gençlerdeki enerjinin doğru yönetilmesi çok önemli.

Bu arada “Gençlerden bir şey olur” da demiyorum. Çünkü isteyen, çalışan insandan bir şey olur. Çalışmayan insandan bir şey olmaz. Bir şey olmak istediğinizde yaşın bir önemi yok. Bir videom var YouTube’da “Bu gençlerden bir cacık olmaz” diye. Aslında orada bunu diyenlere bir eleştiri yapıyoruz. Yaşlı, genç, çocuk, yetişkin fark etmez sadece isteyen ve çalışandan bir şey olur. 60 yaşında bomboş insanlar gördüm. Adamı suçlamıyorum adam kafasına yük istemiyor. Senin Suriye’ye gitmen yük mesela, sünger gibi dertleri çekiyorsun içine. Ama o adamın öyle bir derdi yok. Olmak zorunda da değil... Bir şey istemiyor. Tek derdi çocuğu memur olsun. Saat sekizde işe gitsin beşte çıksın. Siyasi işlere girmesin. Dünyayla ilgili bir şey yapmasın. Başkada bir derdi yok. Bunu istiyor insanlar. Neden? Çünkü korkuyorlar. Kızmıyorum ama o 90’lı yıllardan kalma memur kafası asla bana ve bence birçok gence göre değil.

İnsanı insan yapan şeyin derdi olduğuna inanıyorum. Bir derdin olmalı. Derdin varsa davan olur. Derdin yoksa davanda olmaz. Gençlerin bir derdi var ama hâlâ tam anlaşılmadıklarını düşünüyorum.

Bir genç olarak sen neler yapıyorsun? Vaktini nasıl değerlendiriyorsun? Neler giyiyorsun. Neler yiyip içiyorsun?

Kendimi geliştirmeyi, üretmeyi, bazen maça gitmeyi, bazen kitap okumayı, bazen playstation oynamayı bazen boş boş gezip hiçbir şey yapmamayı seviyorum. Rahat yaşamayı seviyorum. Rahat giyinmeyi önemsiyorum. Televizyon programı gereği takım elbise giymeye başladım. Önceleri garipsiyordum ama artık alıştım. Tuhaf gelmiyor. Marka, ultra pahalı olsun diye bir takıntım yok. Herkesin giydiği, yediği içtiği yerlerde geziyorum. Tek tip olarak kafalarda kodlanmak istemiyorum. Hep spor giyinen veya hep takım elbise giyinen biri olarak da anılmak istemem. Ama asla gösteriş için pahalı almaya da kalkmam. Üstümde ki tshirt Defacto’dan mesela. 14 TL’ye beğendim aldım. Bu kadar basit bakabilmeliyiz bazı şeylere.

Bunları bilinçli soruyorum. Neden biliyor musun? Çünkü gençler arasında marka tüketimi hızla yaygınlaştığı gibi kendi aralarında birbirlerini aşağılayıcı, eleştirel ve yargılayıcı bir tavır takınma durumu var. Ev eşyasından giyime artık sadece etiket bazlı yaşıyoruz. Arkadaşımızın yeni aldığı bir şey karşısında ilk cümlemiz “güle güle giy, üstünde paralansın, hayrını gör” değil ne yazık ki!.. Nereden aldın, markası ne? olmaya başladı. Biz markayı tükettiğimizi düşünürken bu marka merakı ve etiketler bizi tüketir oldu.

Haklısın ve bu yaşanılan bütün sorunlar sosyal medyanın etkisiyle oluşuyor. Emin olun sosyal medya hayatımızdan çıksa bu tüketim hızla düşer. Tamamen çıkması imkânsız ama bu mecralardaki dürtülerin yol açtığı bir durumu yaşıyoruz. Sosyal medya aktif kullanıcılarına bakıyorum da eğer altyapısı çok sağlıklı ve sağlam değilse çok hızlı ve etkili bir şekilde tetiklenebiliyor. Başkasında gördüğü şey onda yoksa bu durum onu alttan alta dürtüyor ve bu durum onu psikolojikman rahatsız ediyor. Sağlık sorunları yaşıyor hatta sonu psikolog seanslarıyla bitiyor. Birçok insanın sosyal medyanın olumsuz etkilerinden dolayı psikolojik sorunlar yaşadığı bir gerçek. O kadar tuhaf bir mecra ki bizzat yaşadığım örnekleri duyunca artık şaşırmıyorum dedikçe şaşırmaya başladım. Şahit olduğum olaylardan birini anlatayım mesela; zengin bir genç takıldığı mekanları, sürdüğü arabayı, geçtiği yolu, gittiği tatilden kendisi görünmeden kısa kısa video çekiyor ve bu görüntüleri ondan isteyen arkadaşına atıyor. Arkadaşı da kendisi yaşamış, oradaymış gibi hesabında paylaşıyor. Bu psikolojik bir rahatsızlık değil de nedir? Ve bu tarz insanlar sizin özel alanlarınıza, sınırlarınıza sosyal medya üzerinden hadsizce saldırabiliyorlar. Yargılayabiliyorlar. Seni kafir ilan edebiliyorlar. Yaptığın küçücük insani yanlışlarından ötürü seni Müslümanlıktan çıkarabiliyorlar.

Aslında sorun ne biliyor musun? Biz insani sorular sormayı unuttuk? Allah cc soracağı soruları sorar hale gelerek yargılamaya başladık. Allah’ı yok saydık ondan daha çok bildik, haddimizi aştık. İnsanları yargıladık, hükmümüzü verdik, astık. Resmen bu durumdayız. Ama bir sorunu var mı? Bir şeye ihtiyacı var mı? diye sormuyoruz aksine kaçıyoruz bizden bir şey istemesin diye. İnsani ihtiyaçların dışında başkasının hayatı üzerinde kendimizde her hakkı mubah görüyoruz maalesef.

Doğru söylüyorsun Aynur abla. Kendimle ilgili Cemil Meriç’in bir sözünü hep şiar edinirim, “Hayatım boyunca tekrarlayacağım tek hakikat her düşünceye saygı.” Ben gerçekten saygılı olmaya gayret ederim. Beni tanıyan bir insan “Salih sen saygısızsın!” demez asla. Bunun için uğraşmam; zoraki bir şey de değil. Hayat felsefem bu yönde. İlgilendiğim tek alan kendim ve ailem. Aileme, eşime karışırım. Eşimde biliyor zaten karışacağımı. Ama saygı çerçevesinde bir karışma. Onunda benimde bir alanım var. Birbirinizi tamamlama ile alakalı durumlarda onun bana benim ona karıştığım durumlar mutlaka oluyor. Ben bunu giyme derim o bana bunu yapma der. Birbirimize karışırız ama dışarda bir başkasına karışmam ve beni ilgilendirmez. Benimde onları ilgilendirmemem gerekiyor. Ayrıca komplike bir tartışma konusu da olursa pek karışmayı tercih etmem. Onlar gibi düşünmek zorunda değilim çünkü. Bu yüzden tartışıp durmanın manası yok. Birbirimize ve düşüncelerimize saygı duyduğumuz anda beraber yaşamamak için bir neden kalmaz. Hayatımız “muş”lardan ibaret. Yaşıyor “muş”, farkınday “mış” gibi ama hiçbir şeyin farkında değiliz. Ve hiçbir şeyi gerçekte yaşamıyoruz. Hepimiz sanal bir alemin içinde “muş” hayatlar geçiriyoruz bence.

Sosyal paylaşımlarında neye dikkat edersin?

Sosyal medyada özel gün paylaşımını sevmiyorum. Çünkü paylaşılacak çok fazla gün var ve birini unutacak olursan sorun oluyor. Sosyal medyada algı oluşturacak, yaftalayacak her şeye karşıyım. Bir tarafım ve görüşüm var ama her görüşe saygı çerçevesi içerisinde beraber yaşayabileceğimize inanıyor ve düşünüyorum. Paylaşımlarımda da bunlara dikkat ediyorum. Kimsenin dünyasına, özel alanına müdahale etmiyorum. Benim gibi düşünüp benim gibi paylaşımlar yapmasını, benim inandığım gibi inanmasını beklemiyorum. Bana ne!..

Yaşın küçük ama yaşanmışlıkların büyük!.. Bu süreçte unutamadığın üzerinde etki bırakan bir anını alabilir miyim?

Bazı insanlar vardır akıl veren, sizin üzerinizden artistlik yapan türden. Evleneceğim sırada ismini vermeyeceğim bir kişi 50 kişinin içinde “Salih evleniyorsun beyaz eşyanı ben alacağım, sen bizim çocuğumuzsun” dedi. Bende “Abi Allah razı olsun eşyaları aldık, gerek yok” deyince “mümkün değil, o zaman düğün hediyesi olarak beyaz eşya tutarını nakit olarak göndereceğim istediğin gibi kullan” dedi. 50 kişi içinde şovunu bir güzel yaptı. Normalde asla aramam ama “madem üzerimden şovunu yaptı, ısrarda ediyor, arayayım verdiği numarayı” dedim ama sonucu tahmin edebiliyorsunuz. Numarayı çevirdim, durumu anlattım. Ardından ses seda yok. Ne arayan ne soran. Düğün yaklaşınca davetiye dağıtırken bu abiyi de arayayım; davet edeyim dedim ama bir beklenti içinde olduğumdan değil. Öyle biri olmadığını, unuttuğunu düşündüğüm ve düğünümde görmek istediğimden aradım. Açmadı. Mesaj attım, düğüne davet ettim gelmedi ve asla dönmedi bir daha. Üzüldüm…Çünkü istediği kadar parası olsun istediği kadar zengin olsun bu yapılan bana göre karaktersizliktir. Sonuçta iletişimin olan biri üzerinden ortamlarda şovunu yapıyorsun ve sonrasında sanki sen bunun peşindeymişsin gibi senden kaçıyor.Böyle bir adam kim olursa olsun üstünü çizerim hiç dönüp bakmam bile. Ben hayatımda kimseden bir şey istemedim. İstediysem de borç almışımdır. İhtiyacım yok çok şükür. Bunlar üzücü ve kırıcı şeyler.

Bunun yanında güzel örneklerde var. Abdullah Tivnikli, Allah rahmet eylesin. O tanıdığım çok zengin ve çok baba bir adamdı. Üzerimde karakter olarak etki bırakan bir isimdir. Abdullah abi etkin, çok nüfuzlu, israfı hiç sevmeyen çok mütevazi bir adamdı. Bir gün Hindistan’dan bir grup misafir geldi Genç Dergisi’ne.Hediye olarak Genç ekibine ve Abdullah abiye güzel bir vazo getirmişlerdi. Onun vazosu bizde kalmıştı. Bende hem vazoyu götüreyim hemde düğün davetiyesini bırakayım deyip kendisini aradım “Abi vazoyu ofisinize bırakıyorum bilginiz olsun” deyince “Ben olduğum bir zaman gel, senide göreyim” dedi. Olduğu zaman gittim. Vazoyu bıraktım. Oturduk, sohbet ettik. Düğünü hazırlıklarını, tarihini sordu ve açık açık “Muhtemelen gelemem, evi düzdün mü? Eksiğin var mı? Anne baban heyecanlıdır şimdi” deyince bende “Annem babam rahmetli oldu” dediğimde göz yaşlarına hâkim olamadı… O dönem için işime yarayacak çok güzel bir meblağı düğün hediyesi olarak takdim etmişti. Bunu anlatmaya utanmıyorum çünkü beni belki hayatında üç dört defa gören birinin ortamda kimse yokken, “aramızda kalsın” diyerek büyüklük yapması bence örnek teşkil edecek bir durum.Bana, “Vazoyu bırak, git” diyebilirdi. Ama “Gel senide göreyim” dedi.

Peki bu ve benzeri durumlar sana ne öğretti?

Karakterin bambaşka bir şey olduğunu. Para, pul, mal, mülk ile ölçülemediğine ve maddiyatın karakterine yön vermediğine kanaat getirdim. Karakter başka bir şey ve her insanda farklı bir seviyede.

Evli bir genç olarak evlendikten sonra hayatında ne gibi değişiklikler oldu?

Bir insanla yaşamak insana çok şey öğretiyor. Evlenmeden önce konuştuğun, hayal ettiğin şeylerin olmayacağını da hayallerinin çok ötesinde şeylerin olacağınıda görüyorsun. Paylaşmayı, tahammül etmeyi öğreniyorsun. Evlilikteki başarının sırrı salt aşk, muhabbet, sevgi falan değil bence. Karakter olgunluğunun oluşması lazım. Kimisinde 20 yaşında kimisinde 25 yaşında olur bu. O yüzden gençlerin evliliğe zorlanmasını doğru bulmuyorum. Karakteri olgunlaşan insanlar evliliğe teşvik edilmeli.

TV programın nasıl gidiyor? Formatından bahsedermisin?

11 bölüm çektik. Çok iyi gidiyor. Güzel gelişmeler olması muhtemel. Kesin olmamakla beraber bazı yenilikler olabilir. Görüşmeler sürüyor. Sosyal Mesaj;gençlik ve sivil toplum kuruluşlarını konuştuğumuz bir program. Programımız rağbet gördü çünkü Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının ağırlandığı, yaptığı işlerin konuşulduğu bir başka program yok. Buna olanak sağlıyoruz ki 11 programda 22 sivil toplum kuruluşunu dinledik. Tanıma fırsatı oluşturduk.

Hiçbir fikrimizin olmadığı, ismini duymadığımız, belki çok güzel işler yapan Sivil Toplum Kuruluşlarını tanıtıyor olmak gerçekten önemli bir iş. Çünkü toplumsal entegrasyon ve sorun çözümleri büyük ölçüde STK destekleri ile mümkündür. Faydalı işler yapan kuruluşlar tanınmalı ve desteklenmeli. Bu güzel proje için kendi adıma teşekkür ediyorum. Beğeniyorum ve çok başarılı buluyorum.

Bu noktada çok güzel geri dönüşümler alıyoruz. Güzel gidiyor. Benim için yeni bir alan ve hoşuma gitti. Devam etmesini istiyorum. Çok teşekkür ederim…

Bir genç olarak geçmişini göz önünde bulundurduğunda inanç ile ilgili sorunlar yaşadın mı? Evet ailenden gelen bir inanç, empoze edilen bir yaşam şekli vardı bunlara isyan ettiğin asi olarak davranış gösterdiğin bir anın var mı? Varsa nedir ve nasıl toparlandın?

İnanç olarak sorguladığım bir dönem hiç olmadı. “Allah niye var?” vs. hiç düşünmedim. Niye düşünmedim bilmiyorum ama hiç sorgulamadım. Şuandan sonrada sorgulamam herhalde.

Demek ki aile alt yapını sağlam kurmuş. Temel eğitim iyi oluşturulmuş Allah razı olsun. Allah rahmet eylesin inşallah.

Amin. Temel sağlam. Belki de düşünmemi gerektiren atmosferde neyin ne olduğunu öğrendim. Muhtemelen onun yerini doldurduğum için sorgulamadım. Asla isyan da etmedim. Özellikle annem ve babamı kaybettiğimde bu çok sorulurdu. “Ne hissediyorsun, çok zor bir şey yaşıyorsun. Nasıl baş ediyorsun?” vs. onlar bunu söylerken bana çok garip geliyordu. Çünkü ben o durumu hiçbir zaman çok zor olarak hissetmedim. Tabii ki zor bir dönem yaşıyordum ama bir çaresizlik içinde isyan edecek ya da dağıtacak durumda değildim. Aksine daha çok halletmem gereken sorunlar, çözmem gereken işler vardı ve onlara yoğunlaşmalıydım.

Aslında çocuklukta sorumluluk bilinci oluşturulan gençler büyük bir olay veya travma yaşadığında çok çabuk toparlayabiliyorlar. Ailen bunu iyi verdiği için çabuk toparladığını düşünüyorum. Şimdi bile yaşına rağmen sorumluluğunun bilincinde olman bunun göstergesi.

Evet bencede öyle. Mesela ben futbol oynadığım dönemde 14-15 yaşında gittiğim spor salonunda antrenörüm yerleri sildirirdi, temizlik yaptırırdı. Kasaya baktırırdı. Enteresan bir çalıştırma yöntemi vardı. Sadece sporu değil hayatıda öğretiyordu. Salonu emanet ederdi. Çok şey öğrendim ondan. Babam Allah rahmet eylesin bana çok güvenirdi, sorumluluk verirdi.İnşaat işi yapardı babam. Beni de yanında götürüp beceremesem bile hiç kızmaz, azarlamaz, hep bir şeyler öğrenmemi isterdi. O sorumluluk bilinci hayatım boyunca çok işime yaradı ve yaramaya devam ediyor. Bu arada belirtmeliyim güzel de harçlık verirdi…

Bocaladığında, çok kötü hissettiğinde, dibe çöktüğünü düşündüğünde kendini nasıl toparlıyorsun?

Anne ve babamı düşünüyorum. Onların hayat yolculuğu tamamen çocuklarına adanarak geçen bir ömürdü. Salih bir erkek ve Saliha bir kadın, bu dünyadan geldi ve geçti... Onları hatırlamak, onlar gibi anne baba olabilme inancı beni motive ediyor. Tabii kardeşlerim, eşim ve kızım da başka başka motiveler... Düştüğünüzde tekrar ayağa kalkmak isterseniz zihninizde birileri size el uzatabilir. Veya kalbinizde...

Hayatından şuana kadar aldığın, öğrendiğin belkide yaşadığın en önemli ders ne oldu?

Güzel soru :) Aslında çok şey var ama şöyle toparlayabilirim. Mücadele. Tek kelime ile hayatın kendisi mücadele bence. Nefsinle, zorluklarla, kendinle herşeyle sürekli bir mücadele içindesin. Mücadele etmeyi en büyük deneyim olarak görüyorum. Birde herkesin yükü ayrı. Benim yaşadığım zorluk sana kolay; senin yaşadığın zorluk bana kolay gelebilir. Herkesin yükü kendine göre gelir. İnsan mutlaka mücadele etmeyi öğrenmeli. Mücadele etmeyi öğrenemiyorsa ne dünyadan zevk alır nede ahireti kazanır. Çünkü ahireti kazanmak için de nefsinle mücadele etmen gerekiyor. Nefsinle mücadeleyi çözmen şart.

Çocuklarımızı, sevdiklerimizi de mücadele edecek formatta yetiştirmemiz gerekiyor. Hem dünya hem ahiret için. Çok konformist bir dünyada yaşıyoruz. Gençlerin yaşadığı en büyük sorun bence konformizm. Haz, hız tutkusu… Bu jenerasyon içerisinde haz ve hızın bu kadar yüksek olmasında temel saik ne? Bu jenerasyonu kim bu hâle getirdi? Tabii ki her istediğini yapan ailelerin, ebeveynlerin katkısı çok büyük. Her istediği olan, özel okullarda, müthiş imkân ve paralarla okuyan gençler çok fazla başarılı olamazlar. İstediğin kadar özel okullarda oku; hayatı öğrenemediysen ne yapacağını bilmiyorsun, eksidesin ve anlamıyorsun. Bu anlamamak evde bozulan bir aksesuarı tamir etmek falan değil. Ne yapman gerektiğini bilmiyorsun. O hayat tecrübesi ile oluyor işte. Mücadele yetisi elinden alınan genç her zaman eksidedir ve başarılı olamaz. Tam anlamıyla mutluluğu yakalayamaz diye düşünüyorum.

Çok güzel tespit. Aslında doğum anından itibaren bir mücadele başlıyor zaten. İlk nefesten son nefese kadar mücadele ediyoruz. Yaptığın en büyük yanlışın neydi? Yanlış olarak görüyor musun?

Yanlış olarak değilde bu soruya istek, arzu olarak cevap vermek istiyorum. Para kazandığımı, yuva kurduğumu, çocuğumun olduğunu, güzel işler yaptığımı ailemin görmesini çok isterdim. Onları gururlandırmak ve bunu görmelerini çok fazla isterdim. İmkânım olsa; geriye dönüp bunu yapmayı gerçekten çok isterdim. Onların yüzünde mutluluğu görebilmeyi... İsterdim yani…

Yolculuğunda katkısı olan isimler mutlaka vardır ama senin için çok önemli birkaç isim vermek ister misin?

Ben usta çırak ilişkisine çok inanırım. İnsanın ustası olur, olmalı bence. “Ben hep kendi başımaydım, bana kimsenin faydası olmadı” diyemem asla. Birçok mutluluk, başarı, hüznü Allah yazgısı olarak yaşıyoruz ama insanların etkisi oluyor. Mehmet Lütfi Arslan ve Süleyman Ragıp Yazıcılar abilerimden çok şey öğrendim. Lütfi abiyle çok farklı bir diyaloğumuz var. Onunla radyo programı da yaptık uzun süre; hatta yakında kitabımız çıkacak. YouTube’da 30’dan fazla videomuz da var. Çok şey katmıştır bana. 21 yaşındaydım, hiçbir konuşma tecrübem yoktu. “Radyo programı yapacağız” dedi. “Abi hiç konuşma tecrübem yok, ben yapamam” dedim. “Kardeşim biz seni denize atacağız ve sende yüzmeyi öğreneceksin” dedi.Çok uğraştı. Lütfi abi eşimi isterken de vardı o yüzden çok önemli benim için. Sonra Süleyman abi… Hem abi hem patron hem de arkadaşım oldu. Birçok insan bilmez, sokaklarda sabahlarken o peşimdeydi hep :) Yazı yazma anlamında ustam odur. Bu iki ismi ayırıyorum hep... Hayatın kendisinde ise ablamın nasıl bir karakter olduğunu, genç bir kızın nasıl bu kadar güçlü ve anaç olabildiğine şahit oldum. Duruş anlamında en büyük idolüm odur. Nasip olursa romanı yazılır…Hasılı isim sayacak olsam çok fazla isim var birini sayıp ötekini unutmamak için isim saymak istemem daha fazla…

Peki baba olduktan sonra ne değişti hayatında ve nasıl bir baba oldun?

Bunu eşime sorsaydık ne derdi acaba :) Gerçi “İyisin” der ya. Ablam bile şaşırıyor. “Sen bunları yapabiliyor musun?” diyor çoğu zaman. Mutfakta bulaşık toplarım, eşime yardımcı olurum, kızımla ilgilenirim. Hiç gocunmam. Baba olunca farklı duygular oluşuyor tabii. Birde evlendikten sonra aslında bir çocuğumuz oldu ama 5 aylık doğmuştu ve yaşayamamıştı. Onun hüzün ve acısını yaşamıştık eşimle. O da çok etkilenmişti bu durumdan Allah’a şükür atlattık o günleri. Sonra kızımız oldu. Annemin adını koyduk. Ayşe Erva. Çok özlüyorum sevgisi başka oluyor. Bana çok düşkün. 7 aylık ama tanıyor beni.

Sosyal Medya Üzerinden Gençlerden Gelen Sorular

Sonsuzluk deyince aklına ne geliyor?

Sonsuzluk kelimesini ve derinliğini uhrevi boyutta yorumlamak gerekirse cennet. Dünyevi boyutta yorumlarsak benim için sonsuzluk muhabbet demek, muhabbetle eş değer… Muhabbet edebiliyorsanız, muhabbet sizi sarıyorsa zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız. Sonsuzluk duygusunu yaşarsınız. Samimiyet ve muhabbet varsa her şey akıp gider.

Sosyal medyada zaman yönetimini nasıl idare ediyorsun?

Belli bir saat ve program dahilinde sosyal medyaya girmek için bir planım yok. Sosyal medyaya ayırdığım vakit genelde ölü zaman. Sosyal medyaya günlük rutin bakılmalı ama orada yaşanmamalı. Dünyada ne olduğunu görmek, öğrenmek zorundayız ama orada kaybolmamalıyız. Gençlerin “Ben takip etmiyorum” demesine asla katılmıyorum. Bence yanlış; çünkü dünyada ne olup bittiğini görmek ve şahit olmak gerekiyor. Şahit olun ki gelecekte afallamayın. En azından bizi yönetenlerin kim olduğunu, Türkiye’ de ve dünyada neler olup bittiğini bilmeliyiz diye düşünüyorum.

O zaman özetle sosyal medyayı takip edeceğiz, bilgi sahibi olacağız ama sosyal medyada yaşamayacağız. Orada yaşarken gerçek hayatı kaçırmayacağız diyebilir miyiz?

Kesinlikle. Hatta şöyle ekleyelim: Sosyal medyanın gündemi bizim gündemimiz olamaz. Bizim kendi gündemimiz olur.Sosyal medyanın sadece gündemini biliriz.

Birde sosyal medyada gezindikten sonra mecradan çıktığında onu orada bırakabilme kabiliyeti geliştirmeliyiz. Okudun, takip ettin, beğendin onu orada bırakabilmesin. Oradan çıktığın halde evinin içinde veya arkadaş gündeminde bunu konu etmemelisin değil mi?

Ben bu durumu şöyle anlatıyorum. Eskiden sabah uyanır elimizi yüzümüzü yıkardık. Tuvalete giderdik veya sabah namazına kalkarken abdest alır namaz kılardık. Şimdi ise sabah namaza uyanırken bile ilk önce telefona bakar hâle geldik. Yatacağımız son anda bile önce telefona son kez bakıyoruz kim ne yazdı, kaç beğeni, kaç takipçi geldi, kaç kişi izledi diye.Hatta yastığımızın altına alıyoruz. Ne yazık ki neredeyse ibadetten daha farz hâle geldi.

Dünyayla ilgili bir şey değiştirecek olursan bu ne olurdu?

Ben bebeklere, savaş ortasındaki açlıktan ağlayan çocuklara çok üzülüyorum. Özellikle son zamanlarda sıkça gündem olan SMA hastası çocukları görünce dayanamayıp ağladığım çoktur. Çocukların olduğu bu durumları değiştirmek isterdim. Çok fazla etkileniyorum. Öyle bir imkânım olsa çocukların etkilenmediği bir dünya olsun isterdim. Büyüklere bir şey diyemiyorum artık. Keşke onlarda etkilenmese… En azından çocuklara bir şey olmasın. Geçen gün bir olaya şahit oldum. Arabadayım, yolun ortasında bir kadın cinnet geçiriyor. Çocuğu yanında.Polisler gelmiş ama çocuk annesinin elini sıkı sıkı tutmuş bırakmıyor. O cinnet anında bile annesinden kopamıyor.Bu kadar temiz ve masum çocuklar…

Zaten annesi döverken bile anne diye ağlayan değil midir çocuk? Korkularınla nasıl başa çıkıyorsun veya nasıl yüzleşiyorsun?

Çok şükür büyük korkularım yok. Ama enteresandır bana zor gelen şeyleri o anda yapıyorum. Zorun üstüne anında gitmeyi seviyorum çünkü o anda yapmasam daha da zorlaşacak ve o iş kalacak. Son yıllarda en zor işleri önceliyorum. Zor işlere giriyorum. Bir iş olunca zor olana talip oluyorum.

Hatalarını nasıl telafi edersin?

“Sende şeytan tüyü var” derler genelde. Gülerim, sorun çözülür. Bana kırılan biriyle muhabbet kurarım, uğraşırım. Kesinlikle aramı düzeltirim. Şuan küs olduğum hiç kimse yok. Görüşmediğim insanlar var o ayrı. O görüşmemenin nedeni de bazı imtihanlar aslında… Ama benim yaptığım bir durumdan dolayı küs olan hiç kimse yok. Hatalarımı telafi etmenin illaki bir yolunu bulurum. Bulana kadarda asla pes etmem. Gönlünü alırım. Özür dilerim. Hediye alırım. Bir şekilde yumuşatırım ve telafi etmenin bir yolunu bulurum.

Genç nesil evlilikleri nasıl görüyorsun? Genç evliliklerde anlaşmazlık oranının çok yüksek olduğu söyleniyor. Evli bir genç olarak sorun ne olabilir?

Bir kadın ve erkek hesaba çekiliş açısından eşit. Takva, yaşam şekli, dünyadaki tutumumuza göre sorgulanacağımız için eşitiz. Ben eşime zulmedemem eşimde bana zulmedemez. Bu zulmetmeyi şöyle anlıyorlar: Sanki sadece erkek kadına zulmediyor kadında erkeğe zulmediyor. Aile çok önemli. Aile içi ilişkilere dışardan hiç kimseyi dahil etmemek gerekiyor diye düşünüyorum. Gençler dışarıdan çok etkileniyor. İki eş sorunları birbiri ile konuşup çözmek yerine aileleriyle konuştukları için sorun büyüyor. Çünkü eşler sorunu çözüp barıştığı hâlde aile bu anlatılan durumu unutmuyor ve sorunu büyütüyor. Aile içinde dinlemek çok önemlidir. Dinlemek iletişimin önemli bir parçasıdır. Birbirini dinleyebilmek önemlidir. İlişkilerde dinlemenin çok az olduğunu görebiliyoruz. Dinlemek demek anlamak demek. Bana göre doğru olan ona göre neden yanlış bunu sorgulayıp bulabilmeliyiz. Birde bir insanı kendine göre değiştirmeye çalışmayı doğru bulmuyorum. Hâl ve hareketlerimizle güzel örnek olabilirsek devamı gelir. Düşünsene ben erkek veya kadın farketmez her türlü hovardalığı yapıyorum sonrada eşimden, ahlak bekliyorum. Mümkün değil bunlar. Böyle ufak iletişim sorunlarını çözebilirsek büyük sorunları önleyebiliriz diye düşünüyorum.

Ne tür film, müzik ve programlar dinliyorsun?

Arabesk dinlerim. Film olarak ise normalde dram izlemem ama son zamanlarda iyi filmlerimiz var. 7. Koğuştaki Mucize, Babam ve Oğlum gibi filmler efsane oldular… Takip ettiğim yabancı diziler var. Ekrandan, sinema ve dizilerden beslenmek mümkün bence. Kültürel anlamda oralarda doğru ve düzgün içerikleri bulursak kendimizi geliştirebiliriz.

Biz evlenirken TV almamıştık. 2. senenin sonunda benim Play Station tutkum yüzünden almış olduk.Ondan da eşimle beraber film, dizi izleriz bazen. Ama sorsanız haftada birkaç kez en fazla.

Evde temizlik, yemek yapar mısın? En zorlandığın şey nedir?

Eşime yardımcı olurum. Ben dağıtan bir adam değilim. Düzenli, temiz olmaya gayret ederim. Toplamanın en büyük formülü hiç dağıtmamak :)

Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

Teşekkür ederim. Enerjin ve heyecanın daim olsun Aynur abla. Benimle röportaj yapmak istediğin; zaman ayırıp değer verdiğin için deçok mutlu oldum, teşekkür ederim.

Seninle röportaj yapıyorum çünkü görüyorsun, soruyorsun, sorguluyorsun, üretiyorsun, çabalıyorsun. Bir mücadelen var. Gençlere dokunmaya hevesin var. Faydalı yaşıyorsun. Senin bir cümlen belkide bir gence yol gösterecek. O yüzden üreten bir amacı olan gençleri seviyorum ve elimden geldiği kadar kendimce destekliyorum. İşte sen böyle bir gençsin. Boş değil dolu yaşıyorsun. Örnek olması açısından tanıtılması gerektiğine inanıyorum senin gibi gençlerin. Gençlik için kim ne yapabiliyorsa yapmak zorunda. Bu bizim zaruri görevimiz diye düşünüyorum. Ve sen bu zaruri görev için uğraşıyorsun. Bu çok iyi bir şey. Asıl ben sana böyle bir genç olmayı seçtiğin için çok teşekkür ediyorum. Yüreğine sağlık...


RÖPORTAJ / Aynur KARABULUT

Eylül 2020

1.132 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page