Aynur Karabulut
SURİYE ZİNDANLARINDA TUTSAK KADINLAR!...
Burası cehennem buradan çıkamazsın…
Aklımın almadığı, nefes almakta zorlandığım işkence gören, tecavüze uğrayan kadınları, kız kardeşlerimi dinledim. Hikayeleri canınızı acıtacak, sizi nefes almakta zorlayacak tüm detaylarıyla hiç sansürlemeden yazdım.
Ne anlatması ne dinlemesi ne de yazması asla kolay olmadı. Onlar gözyaşlarıyla hıçkıra hıçkıra anlattıkça ben dehşetle dinledim.
Suriye savaşı 10 yıldır kötünün daha da kötüsünün olabileceğini öğretti. Bundan kötüsünü duymayacağım diyemiyorum artık. “Lütfen sesimizi duyurun” diye çığlık atıyorlar. “İçeride sesi kısılan, çığlıkları duyulmayan kız kardeşlerimizin sesi olun, onları kurtarın” diye yalvarıyorlar. “Biz sadece eşit haklara sahip olmak, daha özgür yaşamak için uzlaşmak ve orta bir yol bulmak istemiştik. Bir zamanlar kardeşlerimiz dediğimiz insanların bizlere böyle yapabileceklerine asla inanmazdık. Kendim yaşamasaydım, yaşadıklarım başkası tarafından bana anlatılsaydı asla inanmazdım” diye ekliyorlar.
"Kan donduran" tabirini anladım sanırım. Zira; dinlediklerim, gözyaşı içinde olayı tekrar yaşayarak anlatmaları karşısında günlerdir üşüyorum, zangır zangır titriyorum. Ellerim, ayaklarım buz gibi. İçimin üşüdüğünü, kalbimin soğuduğunu hissediyorum... Sadece onlara sıkı sıkı sarılabiliyorum, ellerini tutuyorum... Yaşanmış binlerce hikayeden yayınlayacağım birkaç kesit üzerinden Suriye zulmünü görebilmenizi umuyorum...

GALİA
33 yaşındayım. Aslen Şam'lıyım. Ticaret ve İktisat bölümünü okuyan başarılı bir öğrenci olarak Şam Üniversitesinden mezun oldum. Suriye de iç savaş başladığında Şam’day dım. Bir inşaat firmasında muhasebeci olarak çalışıyordum. Millet Beşar Esad’ı istemediği ve daha demokratik şartlarla yaşamak istediği için 2011 yılında sokağa çıktı. Bende o sırada sokağa çıkıyordum. Yürüyüşleri videoya çekiyor ve sosyal medya da paylaşıyordum. Amacım dünyaya Esad’ın zulmüne baş kaldırıyı göstermekti.
Şam’da iç karışıklık giderek büyüyordu ve sokağa çıkan insan sayısı artıyordu. İç karışıklık Şam’dan bir yıl sonra Halep’e de sıçramıştı. Reklam sektörü ile ilgili çalışmalara ilgi duyduğum için bir grup öğrenci arkadaşımla olayları servis etmek, daha organizeli çalışmak ve birbirimizden haberdar olmak için ufak bir yeri ofis olarak belirledik, etkili olup sesimizi duyurmak istiyorduk. O sıralar 26 yaşlarındaydım. Halk sokakta sadece yürüyüş yaparken Esad destekçileri ve rejim askerleri halkı vurmaya, öldürmeye başladı. İnsanlar ölüyor ve yaralanıyordu. Cenazelerimizi almamıza ve yaralılarımızı hastaneye yetiştirmemize izin vermiyorlardı. Hastanelere giremiyorduk.
Bizde Esad karşıtı, muhalif, yaralı göstericileri acil müdahalede bulunup tedavi etmek için küçük ve gizli sayılacak bir yeri hastane olarak belirledik. Sağlıktan anlayanlar, hemşireler, doktorlar bizim gibi gençler orada bu yaralılara gönüllü olarak müdahale ediyordu. Bende tüm varlığımla koşturuyordum. Bir taraftan yaralılara yardım ediyordum diğer taraftan sokakta olayları görüntüleyip yayınlamaya çalışıyordum. Çünkü insanlar suçsuzdu ve sadece mahrum bırakıldıkları haklarını sloganlar eşliğinde yürüyüşlerle talep ediyorlardı.

Giderek tıbbi ekipman ve gıda malzemelerimiz tükeniyordu. Şam’da Hamidiye pazarı diye bir yer var. Orada iş adamları, ticaret yapan kişiler bulunurdu. Ben reklam işiyle de ilgilendiğim için onları tanıyordum. Pazara giderek yaralılar için yaptığımız çalışmalar adına yardım talep ettim. Hem maddi olarak para verdiler hemde tıbbi malzeme desteğinde bulundular.
Rejim askerlerinin mazlum halka muamelesi gittikçe şiddetleniyor, sokaklarda sayısız insan katlediliyordu. Bu olanlara daha çok dikkat çekmek için grupta ki arkadaşlarımızla beraber askeri noktaları çekerek paylaşmaya ve halkı bu noktalara karşı uyarmaya karar verdik. Birbirimizden haber alabildiğimiz, olayları takip edebildiğimiz tek yer sosyal medyaydı. Çünkü TV, Radyo, Gazete engellenmiş habersiz bırakılmıştık. Bizde sosyal medyayı hem sesimizi duyurmak hem birbirimizi bulmak hem de birbirimizi uyarmak için kullanıyorduk. Facebook hesaplarımızdan ve Özgür Suriye Ordusunun yönettiği bir haber sitesiyle çektiklerimizi paylaşıyorduk.
6 ay boyunca sürekli sahada ölmemeye çalışarak ülkem ve halkım için çabaladım. Yine bir gün grup arkadaşlarımla çekimleri paylaşıp evlerimize dağılırken, Reis köprüsü diye bir köprü noktasında bulunan kontrol noktasından geçerek evime gitmek zorundaydım. Ancak buradan geçerek evime gidebilirdim. Bu nokta tehlikeli bir noktaydı ve halkı bilgilendirmek gerekiyordu. Çaktırmadan fotoğraf çektim kimse görmedi diye düşünürken arkamda istihbarattan bir adamın olduğunu fark etmemiştim. Kontrol noktasına bana görünmeden gidip, beni tarif edip fotoğraf çektiğimi bildirmişti. Haberim olmadan kontrol noktasına gittiğimde beni durdurup telefonumu, çantamda ki fotoğraf makinamı aldılar. Elimde ne varsa vermek zorunda kaldım.
Beni göz altına aldılar. İlk gün başıma ne geleceğini bilmeden sorgu odasında bana hiçbir şey yapmadan beklettiler. Ne olacağını bilmiyordum. Sorgu odasının kapısı açıldı. Benim ellerim kelepçeliydi. İki Rejim askeri ve yanlarında muhalif olduğu belli olan bir genç delikanlı girdiler. Hiç konuşmadan gözümün önünde genç adamı taciz ettiler. İğrenç şeyler yaptılar. Gözümü kapatmama, başımı çevirmeme müsaade etmediler. İşleri bittiğinde “eğer konuşmazsan sana da bunları yapacağız, muhalefete dair ne biliyorsan bize anlat” diyerek çıktılar.
Ben ağlıyor ve Allah’a yalvarıyordum. İki gün bu sorgu odasında kaldım. Yemek, su hiçbir şey vermediler. 40 numaralı hücre denilirdi buraya. Bu hücrede bana fiziksel işkence yapılmadı. İki gün sonra 251 numaralı istihbarat hücresine götürüldüm.

Şam’da numaralandırılmış, nerede olduğu bilinmeyen 15 tane hücre var. Suçun ağırlığına göre bu numaralandırılmış hücrelere gönderilirsiniz. Bu hücrelerde merhamet yoktur. Acıma yoktur. Allah korkusu yoktur. Kimse sizi burada bulamaz ve çıkaramaz. Siyaset suçundan alınırsanız başka istihbarat suçundan başka hücrelerde tutulursunuz. Bende istihbarattan alındığım için buraya getirildim. Karanlık bir hücrede 5 gün boyunca yanıma kimse gelmeden tek başıma kaldım. Sessiz ve karanlıktı. 5 gün sonra sorguya aldılar.
Hiç unutmuyorum beni sorgulayan memurun adı Cihad Eşkar’dı. Adımı, mezun olduğum bölümü, yaptığım işimi, ailemin ekonomik ve emlak durumunu sordular, cevapladım. Neden buraya getirildiğimi sordu. Bilmediğimi söyledim. Bir kâğıda imza attırdı ve çıktı, beni hücreye aldılar.
4-5 saat sonra beni tekrar sorguya aldılar. “Sen bize yalan söyledin” diyerek suratıma, vücudumun her yerine tokat, tekme atmaya başladılar. Çok dövdüler, her yerim morarmıştı acı ile kıvranıyordum beni sürükleyerek tek kişilik hücreye koydular. Tek kişilik hücrede kaç saat her yerim acı içinde beklediğimi hatırlamıyorum. Kapı açıldı ve beni tekrar işkence odasına aldılar. Orada gözümün önünde erkeklere işkence ederek Psikolojik işkenceye maruz bıraktılar. Hala her gece çığlıkla uyanırım çünkü erkeklere bize yaptıklarının çok daha fazlasını yapıyorlardı. O gün karşıma sadece alt iç giyimi olan bir adam getirdiler. Asla gözümü kapatmama, sağa sola bakmama, başımı öne eğmeme izin vermediler. Tam karşımda üzeri türlü uzun çiviler ve keskin demirlerle bir sandalye vardı, adamı üzerine oturttular. Sordukları soruları o adam “bilmiyorum” diye cevapladıkça başında duran iki adam onu sandalyeye bastırıyordu. Taki bütün çiviler vücuduna batana kadar. Ben dayanamayıp başımı önüme eğince tekmeyle çeneme vurup, kafamı tutup “bakacaksın” dediler. O gencin başından kaynar su döktüler. Vücudu hem yanıyor hem kanıyordu. Genç bağırdıkça bende bağırıyordum.

Beni işkence odasından çıkardılar. Konuşup konuşmayacağımı sordular. Bende “bir şey bilmediğimi” söyledim. “Sorduğunuz sorularda bildiklerime cevap veririm ama bilmediğim sorular soruyorsunuz, o soruların cevabını gerçekten bilmiyorum” dedim. İşkence odasından çıkınca tuvalet, hücrelerin, işkence odasının kapılarının açıldığı bir hol vardı. Orada 3-4 asker bekliyordu. Ellerinde çok sert bir futbol topu vardı. Beni holün ortasına oturttular. Etrafımı sardılar. Ve o topla şut talimi yaptılar. Top her yerime çok sert çarpıyordu. Canım çok acıyordu. Ben “bilmiyorum” dedikçe daha sert şut çekiyorlardı. Top kafama geldi ve bayıldım.
Kendime geldiğimde kamera olan bir odadaydım. Kameradan kafamı kaldırdığımı gördükleri anda tekrar gelip beni sorgu odasına aldılar. Yine sordular “konuşacak mısın?” Ben de “bildiklerimi anlattım” dedim. Ölmüş erkekleri karga tulumba sorgu odasına taşıdılar. Yere sırt üstü yatırdılar. Genç, yaşlı 9-10 adamı önümde yere yatırdılar. Morarmış ve kokuyorlardı. “Cesetlerin üzerinden basa basa yürüyeceksin” dediler. Cesetlerin kokusunu tarif etmem imkânsız. Döve döve, zorla, ite kaka yürüttüler. Hızlı yürüyecek olsam tekrar yürüttüler. Ağlaya ağlaya, Allah'a yalvara yalvara yürümek zorunda kaldım. Korkunç bir manzaraydı. Ölmüş cesetlere basarak ölmüş olmalarına rağmen hem onlara hem bana işkence yapıyorlardı. Dayanamıyordum artık ve “istediğinizi sorun ne biliyorsam anlatacağım” dedim. “Sen askeri noktaları çekerek teröristlere bilgi veriyorsun” dediler, inkar ettim, itiraf edersem bana neler yapacaklarını düşünemiyordum.
“Neden burada olduğumu bilmiyorum” dedim. Telefonumu açtıklarını onun içinde iki tane Facebook hesabı olduğunu bir tanesi şahsi diğerinden ise sosyal medyada sayfalara paylaşım yaptığımı gördüklerini söylediler. O hesabın arkadaşıma ait olduğunu söyledim. Bana inanmadılar. O arkadaşlarının isim soy isimlerini bize vereceksin, yerlerini söyleyeceksin dediler. Bilmediğimi söyledim. İşkence odasına tekrar aldılar. Bir hafta boyunca hiçbir şey sormadan sadece işkence yaptılar. Hiç sormadılar. Konuşturmadılar. Sırtıma, göğsüme her yerime elektrik verdiler. Saçımı ateşe verdiler. Saçım tutuşmuş saç derime doğru alevler yükseliyor, derim yanıyordu. Ateşi söndürüp sopayla vurdular. Birkaç saat dinlendirip tekrar işkence odasına alıyorlardı.

Erkeklere gözümün önünde çok daha ağır işkenceler yapıyorlardı. Tavana ellerinden asıyor oradan sallanırken ayağına da ağır bir şeyler bağlayarak aşağı çekilmelerini sağlıyorlardı. Tavandan düşmesine izin vermeden ayağına bağlanan bu ağırlıkla aşağı çekilmesini, acı çekmesini kahkaha ile izliyor, gözümü kırpmadan bana da izletiyorlardı. Yine bir dinlenme arasından sonra işkence odasında getirdikleri bir erkek gence benim gözümün önünde zorla izlettirerek tecavüz ettiler. Zorla izlettiler, gözümü elleri ile açıyorlardı. Başka bir erkeğin elini ayağını bağlayarak kazık sokarak öldürülme anını gözümü kırpmadan, gözümü ve çenemi tutarak, elleri ile açarak zorla izlettiler. Acımasız, merhametsizdiler. “Burası cehennem buradan çıkamazsın” diyorlardı. Gerçekten cehennem tam olarak orası olmalı. Artık dayanacak gücüm kalmamıştı, öldürmeleri için yalvarıyordum aldığım cevap “ölüm asla kolay olmayacak, bu kadar kolay kurtulamayacaksın” oluyordu.
Bayanlara, erkeklere göre daha az işkence yapıyorlardı. Ama erkeklerin çoğu bu zulümlere ve daha fazlasına, aklınızın asla almayacağı, hayal bile edemeyeceğiniz işkencelere maruz kalıyorlardı. O yüzden arkadaşlarımın adını vermek istemedim. Direniyordum fakat artık dayanacak takatim kalmamıştı. 2,5 ay sürekli çeşitli tacizlere maruz kaldım. Bildiğim her şeyi anlatmama rağmen inanmadılar ve hep daha fazla bilgi isteyerek işkence ediyorlardı. Beni tekrar sorgulamak için odada yüzüm duvara dönük olacak şekilde aldılar. “Konuşacak mısın?” dediler. “Konuşacağım” dedim. İçeride ki asker beni kendine çevirdi. Sigarasını yakarak yüzümde, boynumda söndürdü.

Hiç konuşmadan uzunca bir süre bu işlemi tekrarladı, rahatsız etti ve hücreye gönderdi. Hücre çok karanlıktı. Gündüz mü gece mi anlamıyordum. 2 gün hücreye kimse gelmedi. Günde sadece 3 defa tuvalete gitmemiz için hücre kapısı açılıyordu. Tuvalete gidince de 10’a kadar sayıyorlardı. O sürede gidip gelmen gerekiyordu eğer 10 diyene kadar gelemezsen korkunç şeyler oluyordu.
Sorgudan sonra tek kişilik hücrede kaç gün geçti bilmiyorum. Tuvalet dışında hücre kapısı iki gün sonra tekrar açılmıştı, gelen askerler beni alarak yüzümde sigara söndüren kişi ve iki askerin daha olduğu odaya götürdüler. Sorgu memuru karşımda duruyordu, biri arkamda elimi kelepçeledi, ayağımı bağladı ve zorla oturttular, arkamda duran kişi kaçmamam için beni tutuyordu. Diğer adam oturduğum yerde önüme diz çöktü ve elinde ki kerpetenle ayağımda ki bütün tırnaklarımı söktüler. Bağıra bağıra bayılmışım.
Gözümü hücrede açtığımda ayaklarım kan revan içindeydi. O acıyı nasıl tarif etmeliyim bilmiyorum. Hücrenin kapısını açtılar getirdikleri tuza ayağımı bastılar. Tekrar bayılmışım. 2-3 gün bana dokunmadılar. Tekrar hücre kapısı açıldığında artık sırada hangi işkence var düşünemiyordum bile ama korkuyordum çünkü gittikçe şiddetleniyordu işkenceler. Oysa bildiğim her şeyi anlatmıştım. Anlatacak bir şey kalmamıştı. Beni bir merdivenden yukarı çıkaracaklardı, ayaklarım acıyor, sızlıyor basamadığım ve yavaş yürüyorum diye iri yapılı asker parmaklarını burnuma geçirip merdivenden yukarı sürükledi, burnum koptu sandım. Aynı odaya, sigarayı yüzümde söndüren kişinin yanına götürdüler. “Konuşmaya hazır mısın?” dediler. “Hazırım” dedim. “Bildiğim her şeyi anlattım. Sorun yine anlatırım” dedim. Ve bildiğim her şeyi anlatmaya başladım. Tıbbi malzeme getirdiğimi, yaralılara yardım ettiğimi, video çektiğimi hatta yapmadığım şeyleri bile yaptığımı söyledim. “Silah taşıdın mı?” diye sordu. “Hayır” dedim. Tamam diyerek kağıda imza attırdı.

1 hafta boyunca ayak tırnaklarım söküldüğü için iltihap tutmasın diye tuzun içinde tutular. 1 hafta sonra tekrar aynı kişiye çıkardılar. “Ayakların rahatladı mı?” dedi. “Evet” dedim. Odadan çıktı. Odada tek başıma kaldım ne olacağını bilmiyordum. Sonsuz, hiç bitmeyecek bir bekleyiş gibiydi. Aradan biraz zaman geçince odaya aynı adam geldi. Biraz sarhoş gibiydi. Saçımdan tutarak yan odaya götürdü. Hem işkence yaptı hem de tecavüz etti. Bağırıyordum, yalvarıyordum, ölmek istiyordum. Ama ölmüyordum ve kurtulamıyordum. Sonra kendimden geçmişim, ayıldığımda üstüm başım berbat haldeydi. Beni hücreme sürükleyerek götürdüler. 1 hafta dokunmadılar. Bir hafta sonra tekrar aynı adama götürdüler. Tekrar tecavüze uğradım. O kadar çok dövmüştü ki bayılmıştım. Yine karanlık hücrede gözlerimi açtım. Kendimden tiksiniyordum. İğrenç kokusu her yerime sinmişti. Yıllarca yıkanmama, derimi soyarcasına arınmama rağmen temizlenemedim.
Aradan bir hafta geçtikten sonra hücreden hapishaneye götürdüler. Yaşayan bir ölü gibiydim. Hapishanede 2 ay kaldım. Özgür Suriye ordusu takas usulü içeriden kadınları kurtarıyordu. Beni de o takasa dahil etmişlerdi. O takas usulü ile çıkarıldım. Toplamda 6 ay kaldım. Çıktıktan sonra beni tekrar tutuklamak istediler. Çünkü takas usulü çıktığım için dosyamı kapatmamışlardı. Sadece takas karşılığında verip tekrar alacaklardı. Arandığımı duyunca Özgür Suriye ordusu desteği ile Lübnan’a kaçak yollarla gittim. Ama orası da tehlikeliydi benim için. Orada Türk bir adam ile evlendim. Ve buraya geldim. Ama sadece 3 ay evli kalabildim çünkü ben yaşadıklarımı atlatamadım, unutamadım. Eşimde kaldıramadı.
Ben o süreçte ailem ama en çok ta babam için dayandım. Allah görüyor, bizimleydi. Hesap günü geldiğinde bize yapılanların hesabını soracaktı, inanıyorum. Çıktıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Kaldığımız yerden devam edemedik. Dışlandım. Ama suçum yoktu. Hala geceleri bağırarak uyanıyorum. Kırmızı rengi görünce kan görmüş gibi oluyorum.
Vücudumun her yerinde en mahrem bölgelerimde bile işkencenin izleri var. İçime kapandım. Artık kimseyle konuşamıyorum en ufak bir olayda bağırıyorum. En kötüsü rüyalarımda hala ölülerin üzerine basa basa yürüyorum. Çığlık çığlığa uyanıyorum. O günden sonra ilk kez anlatıyorum, konuşuyorum.
“Nasılsın?” dediniz ya!.. Yaşıyor muyum? Ölü müyüm? Nefes alıyor muyum? İyi miyim? Bilmiyorum. Sadece hissettim, samimiydiniz o yüzden ilk kez böyle detaylı anlatmak istedim çünkü artık tek amacım var içeride hala yüzlerce işkence gören, tecavüze uğrayan, tacize uğrayan kadın var. Onların sesiyim artık. Belki sesimizi duyurabilirsiniz. Size güveniyoruz.

Yaşadıkların sana ne öğretti?
Sabırlı olmayı öğrendim. Allah'a havale etmeyi öğrendim. Allah'tan başka kimsemizin olmadığını, namusumuzun kimse için önemli olmadığını gördüm. Kardeşim dediğimiz insanların bizlere neler yaptığını yaşadım. Ama günün sonunda iyi ki cehennem var, iyi ki ahiret var, iyi ki Allah’ın sorgu günü olacak diyerek imanımı tazelemeyi öğrendim.
Son olarak neler söylemek istersin?
Hem Suriye hem burada ki adamlar lütfen ceza evinden çıkan kadınlara sahip çıkın. Dışlamayın. Aileleri onlara sahip çıksın. Onlar böyle olmasını istemedi. Ceza evinde tecavüze uğrayıp, hamile olan kadın dışlandığı ve suçlandığı için canına kıydı ama onun bir günahı yoktu. Evinden alınmıştı. Lütfen ama lütfen onları dışlamayın. Bu bir kaderdi. Ve bu kaderi yaşadık. İsteyerek yaşamadık. Bizi dışlamasınlar. Hor görmesinler. Bu bizim suçumuz değildi
Söyleşileri 3. Bölüm olarak yayınlayacağım. Yarın 2. bölüm…
RÖPORTAJ / Aynur KARABULUT
Ocak 2021